Eğitimin Esasları




Osmanlı Okçuluğunda Eğitimin Esasları

Osmanlılarda okçuluğu savaş ve spor okçuluğu olarak iki grupta incelemek mümkündür. 16. yüzyılın ikinci yarısına kadar savaş alanlarının en önemli uzun menzilli silahı olan ok-yay, ateşli silahların yaygınlaşıp gelişmesiyle, silah olarak önemini kaybetmeye başlamıştır. Ancak, okmeydanlarında ve Atıcılar Tekkelerinde sportif yönüyle de 15. yüzyılın başında beri önemsenen okçuluk, 17. yüzyıldan sonra menzil atışlarına odaklanarak tamamen sportif bir kimlik kazanmıştır. Okçuluk, ok ve yay yapımı ve okçuların eğitimiyle ilgili bilgi bu sebeple 17. yüzyıldan önce bir “askerî sır” olarak görülmüş, bu dönemden elimize çok fazla yazılı belge kalmamıştır. Arap ve Memluk kökenli “furusiyye” (silahşorluk) kitaplarında, biniciliğin yansıra o dönemin silahları ve tabi ok-yay da anlatılmış, suvari okçunu eğitmine de değinilmiştir, ama kitap ve diğer belgenin arttığı son üç yüzyılda okçuluk eğitimiyle ilgili bilgi tekkelerdeki menzil okçuluğu merkezlidir.

Orduya ait tâlim alanları bir yana bırakılırsa, Osmanlı İstanbul’unda halkın belli bir ücret karşılığında ok atmaya gittiği, bugünkü özel poligonlara benzeyen ticârî işletmeler vardı. Tâlimhâne denilen bu işletmeler hakkında ayrıntılı bilgi olmamakla beraber, bunların basit barakalar olduğu, hattâ uygun meydanların bu amaçla kullanıldığı düşünülmektedir. Buralarda, literatürde “daha uzun” olduklarına değinilen ama nitelikleri konusunda tam bilgimiz olmayan “talimhâne yayları” kullanılırdı.

Spor okçuluğunun daha iyi belgelenmiş kısmı, Okmeydanı’ndaki Atıcılar Tekkesi bünyesinde yetiştirilen kemankeşlerin yaptığı okçuluktu. Tekkeye okçuluğu öğrenmeye gelen tâlip, kendisinin eğitimi için tahsis edilen bir “pîr” nezaretinde çalışır, “defterli kemankeş” olmak için gereken 900 gez (594 m) mesafeye ok atabilmek için yapması gereken idmanları günü gününe yapardı. Türk ve İran geleneğinde herhangi bir sanatın kendi kendine de öğrenilebileceğine, ama kaliteli eğitmini ancak bir usta rehberliğinde alınabileceğine inanılırdı. Dolayısıyla bir ustanın tedrisâtından geçmeyenlere iyi gözle bakılmazdı. Günümüz Türkçe’sinde hâlâ yaşayan “nursuz pîrsiz” sözü buradan gelmektedir. Kemankeşlikte, diğer Osmanlı sanatlarındaki gibi bir icâzetnâme (diploma) yoktu, ama okunu 900 geze yetiştiren tâlip, Tekke Sicil Defteri’ne kaydedilirdi. Çiçeği burnunda kemankeş bir törenle pîrinin elinden sembolik olarak bir yay alır (bkz. Kabza alma töreni), bu törenle “usta”lığı tescil edilirdi. O artık “kabza sahibi” olurdu.

Eğitim “kepâze” denilen yayları çekmekle başlardı. Bu yaylar ok atarken kullanılanlardan daha kuvvetsiz, ok atmaya değil sadece kirişini çekip bırakarak idman yapmaya yarayan yaylardı. Kepâzelerin tam olarak nasıl oldukları da bilinmemektedir, ancak Türk kompozit yayını oluşturan 4 malzemeden biri olan boynuzun bu yaylarda bulunmadığı, yazılı kaynaklarla günümüze ulaşmış bir bilgidir. Kepâze idmanı, gerekli kuvveti geliştirmek ve atış formunu öğrenmek içindi. Kepâzekeş tâlip, günde 50 kez çekişle başlar, bunu zaman içinde 500 çekişe çıkarırdı. Kepâze idmanı, kabza aldıktan sonra da devam eder, antrenmansız kalmamak için ve teberrüken her sabah 66 çekiş yapmak tavsiye edilirdi.

Yayın iki ucunu bağlayan (bugün “kiriş” denilen) ve çok sayıda liften örülen ipe Osmanlılar “çile” derlerdi. Günümüze kadar ulaşmış olan “çile çekmek” deyimi, işte haftalarca hattâ aylarca sürebilecek bu sıkıcı kepaze idmanlarından gelmedir.

Kepaze dönemini “torba idmanı” takip ederdi. Yerle 45 deece açı yapan bir sehpaya yerleştirilen ve içi pamuk çekirdeği (çiğit) ve ağaç talaşı doldurulan torbalara, çok yakın mesafeden atış yapılırdı. Torba idmanında “torba gezi” denilen antrenman okları kullanılırdı. Eğitimin bu safhasını “hava gezi” ile yapılan açık hava antrenmanları, menzil atışını öğrenme süreci takip ederdi. Tâlip ustasının istediği düzeye ulaşmadan, eğitimin bir sonraki aşamasına geçemezdi.

Savaş okçuluğunun çok önemli bir parçası olan istenen hedefi vurabilme becerisi, spor okçuluğunda “darb” (sert cisimleri okla delme) ve “puta atışı” olarak iki disiplinde görülürdü. 17. yüzyıldan sonraki yazmalarda, puta ve darb konusuna fazla değinilmediği görülmektedir. Ancak “iyi bir okçunun hem iyi menzil hem iyi puta okçusu olması gerektiği” zikredilmekte, “iyi darbzen olmak için uzun süre torba idmanı yapmak gerektiği” dile getirilmektedir.

Eski risâleler, bir okçunun olgunlaşması için “12.000 kepâze, 6.000 torba gezi ve 3.000 hava gezi” nden bahsederek, gerekli antrenman yoğunluğu hakkında bilgi vermektedir.