Bir 16. Yüzyıl El Yazması Olan “Arab Archery” (Arap Okçuluğu) Adlı Eserde Anılan Mecrâ ve Kullanımı




Kerem Ağacıkoğlu, 1976 yılında Ankara’da doğdu, Zonguldak-Ereğli’de büyüdü. Kdz. Ereğli TED Koleji İlk Kısmını takiben, Kdz. Ereğli Anadolu Lisesinden mezun oldu. Ardından Marmara Üniversitesi İİBF İktisat bölümünü bitirdi. Üniversite mezuniyetinin ardından Cork – İrlanda’da bir yıla yakın çalıştı ve yabancı dil bilgisini ilerletti. Önceleri işten basit bir kaçış olacağını düşündüğü geleneksel Türk okçuluğuyla uzun sayılabilecek bir araştırma evresinden sonra, 2018 yılında Tirendâz sayesinde tanıştı ve sonu olmayan bu yol kısa sürede hayatının bir parçası haline geldi. İstanbul’da yaşamaktadır. İngilizce bilmekte ve çevirmenlik yaparak hayatını idame ettirmektedir.

Bir 16. Yüzyıl El Yazması Olan “Arab Archery” (Arap Okçuluğu) Adlı Eserde Anılan Mecrâ ve Kullanımı
Kerem Ağacıkoğlu

Giriş

Günümüzde okçuluk araştırmacılarının önündeki en büyük engellerden biri kaynakların farklı dillerde ve dağınık olmasıdır. Bu makalede, orijinali Arapça yazılmış ve daha sonra İngilizce’ye çevrilmiş olan ve “Arap Okçuluğu” adıyla bilinen bir 16. yüzyıl elyazmasında yer alan “mecrâ” adlı okçuluk aracına, bunun kullanımına ve mühimmat tiplerine değineceğiz. Ayrıca, 16. yüzyıla ait bu eserde geçen bir savaş donanımının, belirtilen prensiplerle kullanıldığında gerçekten iş görüp göremediğini gün ışığına çıkarmaya gayret edeceğiz.

Bu makalenin Türk Okçuluğuyla olan ilişkisini aydınlatmak için kaynak eserle ilgili birkaç bilgi vermekte fayda vardır. Eserin adı her ne kadar “Arap Okçuluğu” olarak verilse de aslen anonim olan bu eserin çevirmenlerinden Nabih Amin Faris’in aktardığına göre, eserin 1500’lü yıllarda günümüzdeki Fas bölgesinde, Kuzey Afrikalı bir kişi tarafından yazıldığı düşünülüyor. Yine çevirmenin ifadesiyle, eserin pek de düzgün olmayan bir Arapçayla kaleme alındığı belirtiliyor. 1500’lü yıllardaki Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Akdeniz bölgesini gösteren şu haritaya bakalım:

1

Şekil 1. 14. ve 17. yüzyıllar arasındaki Osmanlı hükmü altındaki coğrafyayı gösterir siyâsî harita.

Bu haritada 1500’lü yılların başından itibaren Kuzey Afrika kara coğrafyasında kendisini hissettiren Osmanlı etkisini görebiliyoruz. Osmanlı tehdidinden kaçan gerek Türk bakiyesi, gerek Arap, gerekse Mağribi olsun, Kuzey Afrika’da yaşayan halkların deniz kenarında kaçabilecekleri tek yer olarak haritanın batısındaki Fas görünüyor. Bunun öncesindeyse günümüz Suriye’si ile Libya’sı arasındaki bölgede köle Türklerin devleti olan Memlûk Sultanlığının neredeyse üç yüzyıl süren hâkimiyeti söz konusu.

2

Şekil 2. 14. yüzyıl başlarında Memlûk Sultanlığı hükmü altındaki coğrafyayı gösterir siyâsî harita.

Ayrıca yine kitaptaki ifadelerde, Türk kavimleriyle yapılan savaşların Müslümanlar ve Türkler arasında yapılan savaşlar olarak tanımlandığını görüyoruz.

Tüm bu tarihî gerçeklerin ışığında, bu eserde Arap okçuluk kültüründen çok, Arap coğrafyasına dokunan Türk kavimlerinin geliştirdiği okçuluk uygulamalarının anlatıldığını düşünülmelidir.

Mecrâ nedir?

Mecrâ, en basit anlatımıyla, bir yayla ve olağan teknikler kullanarak, normalden çok kısa olan ve bu sebeple olağan bir çekişle atılması mümkün olmayan okları atmaya yarayan bir gereçtir. Mecrâ, Türk Dil Kurumu sözlüğünde “yatak” (coğrâfî terim) ve “bir işin gidişi”, “bir olayın doğrultusu” olarak karşılık bulmaktadır. Okçulukta ise, kısa okların atılabilmesi için kullanılan uzun ve oluklu bir çubuk biçimindeki gereç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gereç için Farsça “nâvek” terimi de Türk okçuluk terminolojisinde kullanılmaktadır, ancak söz konusu eser Arap coğrafyasında ve Arap dilinde yazılmış olduğundan olsa bu gereç “mecrâ” adıyla anlatılmıştır. Makalemizde de bundan sonra bu isimle anılacaktır.

Mecrânın benzerlerine Pers okçuluğunda Nâvek, Kore okçuluğunda Tong Ah, Çin okçuluğunda Tongjian, Doğu Roma (Bizans) okçuluğunda Solenarion isimleriyle de rastlanmaktadır. Adı geçen bu donanımın kültürden kültüre şekilsel farklılıklar gösteriyor olması kuvvetle muhtemeldir. Bu makalenin konusu tüm bunlardan bağımsız olarak yalnız “Arap Okçuluğu” adıyla bilinen el yazmasında anlatılan mecrâdır.

Arap Okçuluğu yazması kapsamında mecrâ

Mecrâ konusu Arap Okçuluğu yazmasının “XLIII. Husbân, Davdan ve Uşfûri oklarının bir kılavuzun oluğundan atılması hakkında” başlığı altında ele alınmıştır.

Yazmada mecranın ortaya çıkışı, kimlerin kimlere karşı kullandığı, ne gibi gelişmelere ve değişikliklere yol açtığı hakkında birçok tartışmaya girilmiş olsa da, biz bu makalede yalnız mecrâyı, mecrâ mühimmatlarını ve bunların kullanım yöntemlerini ele alacağız.

Kitaptaki anlatım şu şekildedir:
‘Mecrâ, okçunun okundan bir yumruk boyu veya okçunun okundan bir elin, parmakların bir sayısını gösterdiği pozisyondaki genişliği kadar (yani üç parmağın genişliği kadar) daha uzun bir oluktan meydana gelir. Bunun oluğu çok dikkatli açılmalıdır, oluk açıklığı dar ancak iç kısmı görece geniş olmalıdır ki, husbân okları çok gevşek kalmaksızın boşluğun içinde serbestçe hareket edebilsin. Boşluğun genişliği, okun serbest bir şekilde ilerlemesine izin vermek için, küçük parmağın dip eklemi kadar olmalıyken, oluğun açık kenarı ancak okun gez kısmındaki kalınlığı kadar olmalıdır.

Mecrânın atış sırasında kiriş tarafında kalan ucu diğer ucundan biraz daha ince olmalı ve bir kalem gibi sivriltilmiş olmalıdır. Bu uca küçük bir delik açılmalı ve bu delikten, atış sırasında atıcının küçük ve yüzük parmakları etrafında dolanacak olan, ipek veya deriden mamûl güçlü bir ip geçirilerek bir halka haline getirilmelidir. Veya, okçu dilerse, ipin ucuna bir iğin tepesine benzeyen biçimde küçük bir boncuk takabilir. Böyle bir boncuk sadece halkadan daha iyidir, çünkü bu sayede, özellikle çarpışma sırasında gerektiğinde parmakların arasından kolaylıkla çıkarılıp atılabilir.

Mecrâlar dört farklı profildedir: kare, yuvarlak, altıgen, sekizgen. Kare profilli olan, acemiler ve savaşçılar için en iyisi ve basitidir. Yuvarlak profilli olan hedef atışı ve idman için iyi olup, altıgen ve sekizgen profilli olanlar da yine hedef atışı ve idman amaçlarına uygundur.

En iyi mecrâlar yayın kabzasına yaslanan kısmı bir miktar düzleştirilmiş olan ve bu sayede dönmeyen ve oynamayan mecralardır. Mecrânın kabzaya yaslanan kısmı dışında kalan kısımları yine yuvarlak, altıgen veya sekizgen olabilir. Oluğu geniş ve çıkış ucu dar olan mecrâlar bir aceminin ellerinde daha iyi sonuç verirken ve daha güvenliyken, çıkış ucu görece daha geniş olan bir mecrâ daha yüksek bir tahrik gücü sunar.

Mecrâlar, dönmelerin ve kıvrılmaların önüne geçebilmek için, genellikle nemden arınmış, sert ve kurutulmuş ahşaptan yapılırlar. Bunlar ayrıca kızgın demir şişlerin atılabilmesi için bakır ve demirden dar oluklu olarak imal edilebilirler.’

Eserde verilen bu tarife göre, günümüzde süpürge sapı olarak satılan kuru ve sert ağaçtan, kare profilli olarak yapılan bir mecrânın ayrıntı görüntüleri aşağıda yer almaktadır:

3

Şekil 3. Kare profilli mecrâ ayrıntıları

Başlangıçta oluğun açık kenarı 10 mm’den biraz daha dar bırakılmıştır. Ancak oldukça hafif bir kepâzeyle yapılan ilk denemeler sırasında bunun çok tehlikeli olabileceği gözlemlenmiştir. Çünkü ok, atış sırasında mecrâ boyunca gez kısmı mecranın dışında kalarak ilerlemektedir. Dolayısıyla bu aralık okun çapından daha geniş olmadığı zaman, okun boyun kısmı açıklığın iki dudağı arasında sıkışmaktadır. Yani okun sadece gez kısmı değil, gezden ayak yönüne doğru yaklaşık 50 mm uzunluğundaki bir kısmı da, kirişten çıkana kadar mecrânın dışında ilerlemektedir. Bu da dar bir açıklığa sahip mecrâyla yapılan bir atışın oka, mecrâya, yaya, atıcıya ve atıcının çevresindeki canlı ve cansız varlıklara karşı tehlike oluşturmasına sebep olmaktadır. İlk deneme bir kepâzeyle değil de 50-60 librelik bir yayla yapılmış olsaydı muhtemelen tatsız sonuçlar doğabilirdi.

Ayrıca görece dar bırakılan bir uçta yeleklerin de etkisiyle ok sıkışıp kalabilmekte veya aşırı bir sürtünmeyle çıkış yaparak okun etkisini oldukça azaltmaktadır. Buna göre kitaptaki anlatımdaki görece dar çıkış ucu için mecrânın boyu yönünde belirlenen mesafe, kullanılacak yayın kiriş yüksekliğinin yarısı kadar olsa gerektir. Kirişin atış sonunda biraz da ileri atladığını düşündüğümüzde çıkış ucunda yaklaşık 3 parmaklık bir kısmın dar bırakılması uygun olabilir. Ancak bu noktada şöyle bir sıkıntı olabilir. Günümüzdeki atıcılar farklı kiriş yüksekliklerine sahip çok sayıda yaya sahip olabilmektedirler. Bundan dolayı, çıkış ucunu daraltmaktansa, atış sırasında biraz risk almak anlamına da gelse, genişçe imâl etmek, farklı kiriş yüksekliğine sahip yaylarla aynı mecrâyı kullanabilmemizi sağlayacaktır.

Nihâî sonuç olarak, kare profilli mecrânın yuvarlak profilli oluğunun ağız kısmında en geniş yeri 11,5 mm civarındayken, açıklığın iki dudağı arasındaki mesafe 10 mm olarak, deneme-yanılma yoluyla belirlenmiştir. İpli uçta ise en geniş yerin çapı 12 mm civarındayken iki dudak arasındaki mesafe 10 mm civarındadır. Yine kepâzeyle yapılan denemelerde 9,2 mm çapındaki endamlı okların bu açıklıktan güvenli ve rahat bir biçimde geçebildiği tespit edilmiştir. Numûnenin uzunluğu 891 mm, dış ölçüsü 21×21 mm olmuştur. Kullanıcının normal okları 810 mm uzunluğunda olduğu için bu boy kitaptaki tarife de uygun düşmektedir.

Mühimmat tipleri

Yazma eserde mecrâ kullanılarak atılabilen mühimmatın oldukça çeşitli olduğu ifade ediliyor. Bunların arasında çeşitli boylardaki ahşap okların yanı sıra, gerek gezli gerekse gezsiz demir şişler ve gezsiz ahşap oklar yer almaktadır.

Bu makalede, eserde en yaygın olarak kullanıldığı belirtilen üç tip ahşap oka değineceğiz. Bu oklar yazma eserde şu şekilde anlatılmaktadır:

‘Bir mecrâyla atılan oklar üç çeşittir: birincisi Husbân adıyla, ikincisi Davdan adıyla, ve üçüncüsü de Uşfûri adıyla bilinir.

Husbân, genellikle toplamda en fazla iki karış ve bir falanks uzunluğunda olup okun ahşap kısmı iki karış ve temreni de bir falanks uzunluğundadır. Kimileri bunun olağan bir okun yarısı uzunluğunda olması gerektiğini; bir başka kesim temren uzunluğu dâhil 2 karış olması gerektiğini ve bir diğer kesim de asgari sınır olan bir buçuk karış uzunluğunda olması gerektiğini savunur. Harp kullanımına uygun olanlar temren dâhil iki karış uzunluğu geçmemeli ve bir buçuk karıştan daha kısa olmamalıdır. Hedef atışlarına uygun olanlar ise olağan bir okun yarısı uzunluğunda olmalıdır.

Davdan, temren dâhil, “bir tam üçte bir karış uzunluğunda” olmalıdır. Kimileri bunun temren hariç bir karış uzunluğunda olması gerektiğini savunurlar. Bir başka kesim temren dâhil bir karış uzunluğunda olması gerektiğini ve bir diğer kesim de asgarî sınır olan üçte iki karış uzunluğunda olması gerektiğini savunur.

Uşfûri iki buçuk veya iki falanks uzunluğunda olmalıdır.

Bu okların yapımına uygun ahşap ağır, sert ve güçlüdür. Benzer biçimde temrenler de ağır olmalıdır çünkü hafif temrenlerin bu oklar için kıymet-i harbiyesi yoktur.

Bu okların her biri on dirhem çekmeli; ahşap ve yelekler dört dirhem, temren ise altı dirhem çekmelidir. Başka bir görüşe göreyse, ahşap ve yelekler sekiz dirhem ve temren dört dirhem çekmelidir. Diğer bir görüşe göre de, ahşap ve yeleklerin üç dirhem ve temrenin beş dirhem çekmesi gerektiğini savunulur. Ancak, Tâhir ahşabın ve yeleklerin iki dirhem, temrenin de altı dirhem çekmesi gerektiğini söylemiştir.

Bu ağırlıklar Husbân ve Davdan için geçerlidir. Diğer taraftan Uşfûri üç dirhem, ve belki daha bile az çekmeli, ve oldukça kalın ahşaptan yapılmalıdır. Bunun temreni güçlü kalkanları delebilecek biçimde tasarlanmış olmalıdır.

Mecrâ oklarına en uygun temrenler kısa yuvarlak, kısa üç yüzlü ve bunların uzun türleridir. En iyi yelekler yumuşak ve düzgün olanlardır. Yeleklerden ikisi mecrânın kalem ucu tarafında dışarı çıkacak biçimde ve bir erkek yelek (dakar) oluğun içinde kalacak biçimde olmalıdır. Üçüncü yelek uzun ve alçak profilli olmalı, asla yüksek olmamalıdır, yoksa mecrâ içinde sıkışır, ve bunun sonucunda yayın tahrik gücünü olumsuz etkiler.’

Bu makalede ele alınan numune oklar elde bulunan malzemelerle bir ön çalışma için burada verilen ağırlık ölçülerinden farklı olarak yapılmıştır. Okların uzunlukları ise üst sınırlarında belirlenmiştir.

4

Şekil 4. Yeleklenmemiş mecrâ oku numûneleri. Yukarıdan aşağı Uşfûri, Davdan, Husbân.

Osmanlı’nın son zamanlarında kullanılan dirhem ölçüsü 3.21 gramdır. Kitapta verilen dirhem ölçüsü için ise 16. yüzyıldaki Arap ve Kuzey Afrika coğrafyasında yaygın olan dirhem olmalıdır. Bu dirhem 3.088 grama denk gelmektedir. Hesaplamalarda 1 gram ise 15,43 grain olarak hesaplanacaktır. Dirhem ağırlıkları, bu şekilde, önce grama, ardından graine dönüştürülecektir. Günümüz okçuluk dünyasında genel kabul görmüş olan ağırlık birimi grain olduğu için, ağırlıkları grain biriminden ifade ederek anlatım kolaylığı sağlamayı amaçlıyoruz.

Buna göre bu üç farklı ok için ağırlık ve uzunlukları gösteren tablo şu şekilde ortaya çıkmıştır:

T1

Tablo 1: Numune ölçülerini gösterir tablo

Eserde yeleklerin boyutları değil, dirhem cinsinden ağırlıkları ifade edilmiştir. Genel olarak oklarda kullanılan yeleklerin öncelikle alıcı kuşlardan ve daha sonra deniz kuşlarından elde edilen tüylerin tercih edildiği ve bunlardan hiçbiri yoksa kâğıttan yapılan yeleklerin kullanılabildiği belirtilmektedir. Tüy seçimi içinse makbul olanın öncelikle kuyruk, daha sonra kanat telekleri olduğu ifade edilmekte, bunun nedeni olarak ise kuyruktan alınan teleklerin daha düz ve birbirlerine eşit oldukları belirtilmektedir. Ancak, kanadın orta sırasındaki görece kısa teleklerin daha yumuşak oldukları için kuyruk teleklerine tercih edildikleri de yine eserde belirtilmektedir. Gerçek hayatta gözlemlediğimiz kadarıyla kanadın üçüncü sırasındaki telekler yeleklemede kullanılmak için boyları ve yapıları itibariyle elverişli değillerdir. Kanatta bulunan 3 sıra teleğin görüntüsü bir kaz kanadı üzerinde Şekil 5’te açıkça görülebilmektedir.

5

Şekil 5. Bir kaz kanadında görülen üç farklı boydaki telek sıraları

Ancak bu çalışma için doğal haliyle ve doğal işlem görmüş telek bulunmadığı için, yelekleme işlemi piyasada bulunan ve doğal işlem görmüş teleklere göre daha sert olan teleklerden yapılmıştır.
Yeleklerin hazırlanması için ise eserde tarif edilen yöntem kullanılmıştır. Yani erkek yeleğin gezle hizalandığı geleneksel tarzda yelekleme yerine (Şekil 6), ince uzun tüyün mecrâ kanalına girmesine izin verecek bir yelekleme (erkek yeleğin geze dik konumlandığı) yapılmıştır. (Şekil 7) Ayrıca dışarıda kalan yelekler olağan bir formda bırakılırken, mecrânın kanalına girecek olan erkek yelek, sürtünme alanını eşit tutabilmek adına, olağan formdaki yeleklerin iki katı uzunluğunda ve yarı yüksekliğinde bir profile sahip olacak biçimde düzenlenmiştir (Şekil 8).

6

Şekil 6. Geleneksel tarzda yelekleme

7

Şekil 7. Mecrâ oku yeleklemesi

8

Şekil 8. Eserde anlatıldığı biçimde yeleklenmiş Uşfûri, Davdan ve Husbân numûneleri

Deneme aşaması

Makale konusunun saha denemeleri Tirendâz’ın Maltepe’de bulunan idman salonunda gerçekleştirilmiştir. Denemeler sırasında ince ölçümler yapılmamış olup, kitapta tarif edilen haliyle sistemin uygulanabilir olup olmadığının görülmesi ve uygulama sonrasında görülen etkinin kabaca değerlendirilmesine yönelik çalışma yapılmıştır.

Saha denemesi sırasında her üç mühimmat da 2 metre mesafeden, EVA (Ethyl Vinyl Acetate) plakaların üst üste konup sıkıştırılmasıyla yapılmış hedeflere atıldı. Atışlar sırasında 30 inç çekişte 60 libre çekiş kuvvetinde (30 inç çekiş mesafesinde) ve 48 inç boyunda bir Kore yayı kullanıldı. Davdan ve Husbân okları 31 inç çekiş mesafesinden atıldı (Şekil 9).

9

Şekil 9. Mecrâ içinde beslenmiş durumda ve tam çekişte Davdan oku.

Ancak, takdir edilecektir ki, günümüzdeki lamine yayların efsânevî kompozit yayların teknik özelliklerini haiz değildir. Yani, 136 grain ağırlığında bir Uşfûri okunun atılması için lamine bir yayın kullanılması, neredeyse boş kiriş bırakmaya karşılık gelecek ve gerek yayın, gerekse atıcının zarar görmesiyle sonuçlanabilecektir. Bu nedenle, Uşfûri’nin bu sistemde atılıp atılamayacağını kabaca görmek için, güvenli bir çekiş mesafesinden basit ve hafif bir atış yapılmıştır. (Şekil 10-11)

10

Şekil 10. Mecrâ içinde beslenmiş durumda Uşfûri oku.

11

Şekil 11. Uşfûri okuyla yapılan atışının gerçekleştirildiği güvenli çekiş mesafesi.

Atışların sonucunda, Husbân oku yaklaşık 20 cm’lik bir saplanma derinliğine ulaşırken, Davdan oku 12 cm’lik bir saplanma derinliğine ulaşmıştır. Uşfûri okuyla kısıtlı biçimde gerçekleştirilen atıştaysa, Uşfûri oku oldukça düzgün bir uçuş hattında ilerleyerek hedefe düzgün biçimde saplanmıştır (Şekil 12).

12

Şekil 12. Hedefe saplanan Uşfûri oku.

Değerlendirme

Çalışmanın kendisi ve çalışmada kullanılan donanımlar, makalede de belirtildiği üzere, Arab Archery (Arap Okçuluğu) adıyla bilinen eserde tarif edildiği şekilde, Tirendâz okçularının bilgi birikimleri, tecrübeleri ve dayanışmaları sonucunda, gerçeğinin aynısı ve/veya benzeri malzemeler kullanılarak, eserin yazıldığı tarihten 5 asır sonra günümüzde hayata geçirilmiştir.

Çalışmanın amacı savaş okçuluğuyla ilgili olan ve elde bulunan bilgilerin 5 asır önce tarif edildiği haliyle gerçeğe dönüştürülmesi ve gerçekten etkili olup olmadığının gözlemlenmesi olmuştur.

Buna göre, eserde anlatılan mecrâ sistemi, yine eserde tarif edilen üç mühimmat türüyle de kusursuz biçimde çalışmaktadır. Okların, boylarına bağlı olarak, birbirlerinden farklı şiddetlerde etkili oldukları gözlemlenmiştir. Davdan ve Husbân okları mecrâ içinde her ne kadar görece kolay beslenebilseler de, bunun aynısını Uşfûri oku için söylemek mümkün değildir. Uşfûrinin, kısa boyu nedeniyle, çekiş sırasında kendi kendine kirişten çıkmadan atılabilmesi oldukça zor olmuştur. Bu nedenle, her ne kadar eserde belirtilmemiş olsa da, kullanıldıkları dönemlerde, bu oklarda açılan gezlerin dudaklarının, kirişe kolaylıkla takmaya izin verecek kadar açık, ancak çekiş sırasında kirişten kurtulmaya yol açmayacak kadar yakın olarak ayarlanmakta olduklarını düşünebiliriz.

Eserde, bu okların savaş şartları dışında, beceri ve gösteri atışları için de kullanıldığı belirtilmiştir. Kullanım kolaylığı seviyelerine bakıldığında Davdan’ın ve özellikle de Husbân’ın savaş şartlarına daha uygun olduklarını söylemek mümkündür. Çünkü saha uygulamasında görüldüğü kadarıyla, bu oklar ağırlıkları sayesinde hedef üzerinde daha güçlü bir etkiye neden olmuşlardır. Ayrıca boylarının elverişli olması sebebiyle mecrânın içinde yay kirişine gezlenmeleri görece kolaydır. Gel gelelim, beklendiği üzere, normal uzunlukta bir okun gezlenmesi kadar kolay ve hızlı değildir. Oklar çok da düşük olmayan kütleleri sebebiyle, yaydan oka enerji transferi gerçekleşirken, okların yayın payına düşen enerji miktarını tehlikeli olabilecek seviyelere çıkarma ihtimalleri düşüktür. Yani, savaş sırasında hayâtî bir önem taşıyan yay gibi bir donanımı kritik bir anda kullanılamaz hale getirmeyeceklerdir. Davdan ve Husbân arasındaki farkı ise, yine uzunluklarından dolayı Davdan’ın doğrudan hedefe atılmaya daha uygun olması, Husbân’ın ise hem doğrudan hedefe hem de havadan yağdırma biçiminde parabolik bir uçuş hattında atılmaya uygun olması şeklinde belirtebiliriz. Dolayısıyla, Davdan ve Husbân oklarının, gezleme hızının göz ardı edilebileceği savaş şartlarında kullanılmış olabileceğini düşünmek akla yatkındır. Uşfûri okuna gelecek olursak, kısa boyu nedeniyle mecrâ içine yerleştirildiğinde ve mandal kapatıldığında kontrolü zorlaştırmaktadır. Ayrıca bu okun mecrâ içinde gerektiği gibi beslenmesi savaş şartlarında ciddi sayılabilecek bir süre almaktadır. Düşük kütlesi nedeniyle Uşfûri’nin hedef üzerindeki etkisi azdır ve yine aynı sebeple, atış sırasında yay üzerinde aşırı enerji kalmasına yol açmakta ve gerek yay gerekse atıcı için tehlike oluşturabilmektedir. 16. yüzyıldaki mevcut şartlarda, kompozit yayın özelliklerinden dolayı bu durum muhtemelen büyük bir sorun meydana getirmemiştir. Bu okun doğrudan hedefe atılması belirli bir etkiye neden olsa da, yağdırma biçiminde parabolik bir hat üzerinden hedefe yönlendirilmesi, büyük ihtimalle, tırmandığı yükseklikten bırakılan 136 grainlik bir çakıl taşından çok da farklı olmayacaktır. Dolayısıyla, savaş koşullarındaki etkisi kısıtlı olan ve kullanımı hem zaman alan hem de beceri isteyen Uşfûri oku muhtemelen kitapta bahsi geçen beceri ve gösteri atışlarında kullanılan mühimmatlar arasında yer alıyordu. Gel gelelim, kemankûre adı verilen ve küçük taşların atılmasında kullanılan oldukça hafif yayların var olduğunu ve bu yaylarla bir ölçüde etkili sayılabilecek atışlar yapılabildiğini biliyoruz. Dolayısıyla, kitapta anılan kullanımının yanında, Uşfûri okunun ayrıca bu gibi hafif yaylarla kullanılmış olması ihtimali de akla yatkın gelmektedir.

Tüm bunların yanı sıra mecrânın, gerek savaş şartlarındaki gerekse gösteri sırasındaki kullanımının dikkat ve deneyim gerektirdiğini bu makalenin saha uygulamaları sırasında bir kez daha gözlemlemiş olduk. Bu makale için sahada yapılan uygulamalar deneyimli okçular tarafından ve yine deneyimli okçuların denetimi altında gerçekleştirilmiştir. Okuyucuların makaleyi okuduktan sonra özellikle de tek başlarına denemeler yapmaları kesinlikle önerilmez.

15.09.2020 – Salı
Şişli – İstanbul