Puta Atışlarına Genel Bir Bakış




 Akın Öğretici

         İnsanın doğayla mücadelesinin bir ürünü olarak ortaya çıkan okçuluk, birçok kültürde, değişik zamanlarda ortaya çıkmış ve farklı yollar izleyerek o kültürün bir parçası haline gelmiştir. Okçuluk, bu aşamada, içinde bulunduğu kültürün farklı öğeleriyle etkileşerek sportif veya askerî amaçlar doğrultusunda gelişmiş, bunun yanısıra manevi anlamlar da yüklenmiştir. Bunlara örnek olarak Osmanlı okçuluğunun, içinde bulunduğu İslâm kültürünün etkisiyle tasavvuf, Japon okçuluğunun (Kyudo) Zen Budizmi ve benzer kültürlerin etkisiyle Uzakdoğu mistisizmi kimliğine bürünmesi gösterilebilir[1].

         Türklerde spor olarak algılayabileceğimiz, savaşa yönelik talim ve yarışmaların tarihi, Yenisey mezar kitabeleri ve Orhun yazıtlarına kadar uzanmakta, okçuluk ve binicilik yaptıkları mezar taşlarındaki resimlerde görülebilmektedir[2]. Spor ve savaş, Türklerde uzun bir süre birbirini besleyen iki unsur olmuşlardır. Öyle ki, Türklerin dörtnala at sürerken arkalarına dönüp isabetli atışlar yapabilmeleri, başta Çin ve Arap tarihçileri olmak üzere birçok tarihçi tarafından yazıya geçirilmiştir[3]. Türklerin binicilik ve okçuluktaki bu başarıları, Osmanlı Devleti başta olmak üzere, kurdukları diğer devletlerde de gelişerek devam etmiştir. Birçok spor dalında olduğu gibi, savaşta da istikrarlı bir başarının temelini disiplinli ve zorlu bir antrenmanda aramak uygun olur. Savaşta isabetli ok atışlarının vazgeçilemez olduğu düşünülecek olursa, üzerinde tartışacağımız hedef okçuluğu antrenmanlarının önemi daha iyi anlaşılacaktır.

         Osmanlı dönemi hedef okçuluğunun yerde gerçekleştirilen kısmı darp ve puta atışları olarak ikiye ayrılabilir. Darp atışları, sert hedefleri delmek üzere yapılan atışlara verilen genel isimdi. Hedefler ağaç kütüğü, mermer levha, tunç zil veya “ayna” adı da verilen metal plakalar olabiliyordu[4]. Metal plakaların delinmesine yönelik bir talimin, savaşta düşmanın zırhının ve hatta kalkanının delinebilmesi amacıyla yapıldığı düşünülebilir.

         Üzerinde duracağımız esas hedef atışı disipliniyse puta atışlarıdır. Puta, kelime olarak, “topraktan veya kilden yapılmış testi, kap” anlamına gelen Farsça “bûte”den gelmektedir[5]. Anlamını ve günümüzde de benzer bir geleneğin olduğunu düşündüğümüzde, geçmişte hedef atışları için toprak testilerin 3 boyutlu hedefler olarak kullanıldığı akla yakın bir fikirdir. Ayrıca putanın Çağatayca kütük anlamına geldiğine Dede Korkut destanlarında da rastlanmaktadır[6].

Puta atışlarının ne zaman başladığı mevcut bilgilerle kesin olarak bilinemese de, Evliya Çelebi’nin “Seyahatnâme”sinde, İstanbul’un fethinden sonra, Ayasofya’dan okmeydanına getirtilen ikonalara (bu ikonalar İslamî bakış açısından “put” olarak görüldüğünden) dönemin okçularının “Puta oku” tabir ettiği oklar attığını belirtmesi, puta atışlarının, 15. yüzyılda da yapılageldiğini göstermektedir[7]. Ancak Ünsal Yücel’in de belirttiği üzere, puta sözcüğünün kaynağının, Evliya Çelebi’nin belirttiği üzere hedef olarak “put”ların seçilmesi değil, daha önce de bahsettiğimiz üzere toprak testilerin kullanılması olduğunu düşünmek daha akla yatkındır[8] (Günümüz geleneksel okçuluk yarışmalarından birinde testiye atılan okla ilgili bir resmi Ekler kısmında görebilirsiniz).

         Putaların, genel olarak bilinen deri putaların dışında (Resim 1), sepet şeklinde olanları (puta sepeti) (Resim 3) ve el putası (Resim 2) gibi türleri de vardır.

Resim 1. Deri Puta Resim 2. El Putası

                                            

         Deri putalar yaklaşık dörtyüz yıl kadar uzun bir süre puta atışlarında hedef olarak kullanıldığından[9], bu yazıda deri puta hedefler üzerine odaklanılmıştır ve bundan sonra “puta” kelimesi “deri puta” hedefler için kullanılacaktır.

         Yalnızca yer okçuluğunda değil, atlı okçulukta da putaların hedef olarak kullanıldığı bilinmektedir[10], ancak bu makalede puta atışları sadece yer okçuluğu açısından ele alınmıştır.

Resim 3. Sepet Putası

                   Putalar 18. yüzyıldan sonra aldıkları son şekilleriyle 107 santimetre yüksekliğinde, 77 santimetre genişliğindeydi[11].  Derinliği ise 8 ila 10 santimetre civarındaydı[12]. Armut biçiminde ve çift kat deriden yapılmış, etrafına yine deriyle kaplı, kamış veya ağacın bükülmesiyle elde edilmiş bir çerçevenin geçirildiği bir yastık, pamuk çekirdeği (çiğit) ve talaş ile dolduruluyor, üzerine farklı renklerde şekiller çiziliyor, alt kısmına da ok saplanınca sallanarak ses çıkarması için küçük ziller takılıyordu[13]. Putaların üzerilerine çizilen desenler hakkında kesin bir bilgi olmamasına rağmen, aynı puta üzerinde farklı hedefler oluşturmak gibi bir amaçları olduğu düşünülebilir. Zillerin amacı ise daha önceden belirtildiği gibi putayı vuran okçunun ve izleyicilerin, putanın vurulduğunu göremeseler bile duymalarını sağlamaktır.

         Puta atışları yapılageldiği süre boyunca bir çok kural ortaya çıkmış ve benimsenmiştir. Yarışma amaçlı yapılan puta atışlarına “Puta koşusu” denmiştir. Puta koşularının birçok kuralı atış öncesinde belirleniyor olsa da, okçuluk sporunun, Osmanlı dönemindeki dinî yapılanmasından ötürü, belirlenen kurallar belirli bir çerçevenin dışına çıkamamıştır. Bu bağlamda, ok yarışlarının kumar haline gelmemesine özen gösterilmiştir. Örneğin, yarışmacılardan ikisinin de ortaya bir ödül (para veya eşya) koyması, ve kazananın tüm ödülleri alması kumar olarak görülmüştür[14]. Kumarı engellemenin yolu ise yarışanlardan bir kısmının yarışmaya bir ödül koyması ve yarışanlardan her kim kazanırsa o ödülü almasıdır. Örneğin iki kişi yarışıyorsa, yarışanlardan veya dışarıdan herhangi birisi, önceden belirlenmiş şartları sağlayanın alması üzere ortaya bir ödül koyar. Böylece tarafların riske atarak ortaya koydukları bir para veya mal yoktur, iki taraf da sadece ödülü kazanmaya çalışır, böylece kumar sayılmaz.

         Belirlenen bu kuralların bir diğer şartı ise eşitliktir, dolayısıyla birbirlerine yakın beceriye sahip okçular, eşit şartlar altında, aynı sayıda ok atar. Usta okçular ile yeni başlayan okçular arasında yapılan anlaşmalar, çok yakın veya çok uzak bir hedefe bağlı yapılan anlaşmalar, üstüste yüz ok vurma gibi şartları olan anlaşmalar da geçersiz sayılmaktadır[15]. Koşulardan önce anlaşmanın ödül, hedef, kimin başlayacağı gibi tüm şartları açıkça belirlenmelidir.

Koşuda ok atacak kişiler belirlenip, kendi aralarında bir veya daha çok birbirine denk gruba ayrılırlar. Her grup, bir kişi tarafından idare ve kontrol edilir. Bu idareci, sırası gelenin (ki atışlarda sıra kıdeme göre belirlenirdi) okunu atmasını sağlar, belirlenen atış noktasını geçmelerini önler[16]. Bu gruplardan hangisinin atışlara başlayacağı kura yoluyla belirlenir ve bu grup putanın karşısında atış noktasına diz çöker. Diğer grup ise yaylarını omuzlarına takıp putanın yakınlarına, atış açısından güvenli bir yere oturarak bekler. Belirlenen sayıda atış yapıldıktan sonra her iki grup yaylarını omuzlarına asıp putaya yürürler. Birbirlerini tekbirler ile karşılayan ve tokalaşan okçular, putaya isabet etmiş olan okları toplayarak meydan ağası veya meydan şeyhinin önüne getirirler. Aynı işlemler ok atmamış grup tarafından da tekrar edilerek, putaya isabet eden diğer oklar da meydan şeyhinin önüne getirilir, burada oklar ayrılır ve hangi grubun daha fazla oku hedefi bulmuşsa o grup ödülü kazanır, beraberlik durumunda ise ödül bölüşülürdü[17].

Bunun yanında, Mehmet Zeki Pakalın’ın Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğünde “koşu” ve “kura” maddelerinde kalabalık halde yapılan talimlerde uygulanan bir yöntem belirtilmiştir. Bu yönteme göre tüm atıcılar atacakları tüm okları bir demet haline getirip yanyana bırakırlardı ve zihgirlerini onları hiç tanımayan birisine verirlerdi. Bu kişi de ok demetlerinin üstlerine rastgele olarak zihgirleri dağıtırdı. Daha sonra atıcılar, kendi zihgirlerini ve üzerine konulduğu ok demetini de alırlar, o okları kullanırlardı[18]. Ancak başka kaynaklarda karşımıza çıkmaması ve hatta aynı sözlükte puta koşusu maddesinde buna dair bir bilgi bulunmamasından ötürü puta koşusu veya talimlerinde bu yöntemin kullanımı hakkında kesin bir kanıya varamamaktayız.

         Puta atışları, her okmeydanı için aynı olmamakla beraber genellikle 250-400 gez yani 165-265 metre[19] mesafeden “sofa” adı verilen yerden yapılırdı[20]. Basit bir hesaplamayla atılan okun hedefe 3-4 saniye gibi görece olarak uzun bir sürede ulaşacağını bulabiliriz. Bu sebeple okun uçuşu süresince, dış etkenler sebebiyle okta veya hedefte meydana gelebilecek değişiklikler de kurallarla açıklanmıştır. Örneğin herhangi bir kural dışı nedenden ötürü ok putadan çok uzağa düşerse bu ok sonuçlar kaydedilirken hesaba katılmazdı, ancak puta herhangi bir sebeple hareket etse ve ok putanın daha önce bulunduğu yere düşse, atış başarılı sayılırdı. Doğru bir şekilde yaydan çıkan ok, havada herhangi bir sebeple kırılır veya bir kuşa çarparsa, ok atılmış sayılmazdı, atış tekrar edilirdi. Okların başarılı olma koşulu putayı vurmak ise, daha önceden atılmış bir okun gezini veya putanın zillerini vurmak başarılı atış olarak görülmezdi. En çok başarılı atış yapmış olan taraf yarışmayı kazanırdı, eğer hedefteki ok sayıları eşitse, okların hedefin ortasına daha yakın olması, galibiyeti belirleyen bir ölçüt kabul edilirdi[21].

         Atılan okların sayısı, yarışmacıların koşu öncesinde anlaşmasına bağlı olmasına rağmen, zaman içinde kimin kaç ok atacağı konusunda belli alışkanlıklar da oluşmuştur. Örneğin Hicaz’da puta koşularında on ok atılırken, İran’da oniki ok atmak âdetti. Osmanlı’da ihtiyarlar koşularında beş ok atarken, yeniçeriler kendi aralarında yaptıkları koşularda dokuz ok atarlardı. Bu ok sayılarının, her zümrenin kültür ve inançlarına bağlı birer gelenek olduğu, bir kural olmadığı bilinmektedir[22].

         Puta atışlarının sofa adı verilen yerlerden yapıldığını belirtmiştik. Bu yerler, sadece puta atışlarının yapılacağı noktayı belirlemek için yapılmış değildir. Aynı zamanda okçular için arkadaşlarıyla sohbet edebilecekleri ve dinlenebilecekleri bir yer olarak tasarlanmıştır. Örneğin Evliya Çelebi İstanbul Okmeydanı içerisindeki bir puta sofasını “çimenlik bir yerde, suları daima akan çeşmelerin bulunduğu, binlerce okçunun ok attığı” bir yer olarak tasvir etmiştir[23]. Binlerce kişinin ok attığı bir alanda, puta sofasının dinlenme ve sohbet için uygun bir şekilde tasarlanmış olması, atıcılara (sporculara) ve okçuluğa duyulan saygı ve verilen önemi gözler önüne sermektedir.

         Puta atışlarında hedef her ne kadar uzakta da olsa, oku havalandırarak (fazla yükseklik vererek) atmak uygun karşılanmamış, hatta hedefin bu şekilde vurulmasının tesadüfen gerçekleştiği düşünülmüştür[24]. Bu yüzden usta atıcılar, atışlarını bir ip altından yaparlardı. Bu atışlara “Remy-i Sedâd” (kusursuz atış) denirdi[25]. Atış yapılacak yere 2.5 zira-i mimarî yüksekliğinde ip gerilir (2.5 zira-i mimarî = 1.89 metre). Atışı yapacak kişi bu ipin hizasından 2-2.25 zira-i mimarî gerisine oturarak atış yapar (2-2.25 zira-i mimarî = 1.52-1.70 metre)[26]. Bu verilere göre atışların diz çökerken 25, otururken 35 derecelik bir açıyla sınırlandırıldığını söyleyebiliriz. Doğal olarak bu açı, atıcının pozisyonuna ve atıcıyla hedef arasındaki yükseklik farkına göre de değişecektir. Dolayısıyla bu atışlarda kuvvetli yaylar ve düzgün bir atış tekniği kullanmak gereklidir.

         Diğer disiplinlerde olduğu gibi, puta atışlarında da atış anındaki vücut pozisyonları farklılık gösterebilir. Genellikle ayakta, diz üzerinde ve oturarak yapılabilen atışlarda, hedefe doğru yönelme de kişilerin tavrına göre farklılık göstermektedir. Kimi atıcıların fiziksel özelliklerine göre hedefe “omuzlarının hizasında” veya “iki kaşlarının arasında” (hedefe yan durma veya hedefi karşısına alma) gibi yöneldikleri belirtilmiştir[27]. Hedefe yönelmede genel kanı, eski atıcıların tavırlarının denenmesi, tecrübe yoluyla da doğru olana ulaşılmasıdır. Buna ek olarak puta atışlarında yay tutan kolun tarafına hafifçe eğilmenin iyi olduğu, ancak fazla eğilmenin de zarar getireceği belirtilmiştir[28].

         Puta koşuları, zamanında çok ilgi gören bir etkinlikti. Okmeydanı’na gelen binlerce izleyici ve hatta Sultan III. Mustafa gibi bazı padişahlar, bu yarışmaları bizzat takip ederlerdi[29]. Puta atışları ve koşuları zamanının toplumsal hayatını diğer birçok alanda da etkilemiştir. 19. yy’da okçuluğun Osmanlı’daki sportif ve askeri önemi azalmış da olsa, puta, edebiyatta diğer okçuluk terimlerinin arasında yerini almıştır[30].

         Günümüzde de puta atışları ve puta koşuları Türkiye’de ve hatta dünyada yeniden ilgi çeken ve talep gören bir okçuluk disiplini haline gelmektedir. Türkiye’de gerçekleştirilen geleneksel okçuluk yarışmalarında puta hedeflerinin tercih edilmesi ve bu hedeflerin dünya çapında tanıtılıyor olması küçük ama önemli birer adım olmuşlardır. Bu makalenin yazılması sırasında Macaristan ve Almanya’daki dostlarımızın kurallarına sadık kalarak bir puta koşusu düzenlemek istedikleri ve Polonya’daki arkadaşlarımızın putaya atış yaptıkları bilgilerini aldım ki bence bunlar, puta atışlarının dünya çapındaki ilgisini gösteren en önemli işaretlerdir. Dünya çapında puta hedefleriyle ilgili fotoğrafları Ekler kısmında bulabilirsiniz.

         Puta atışlarının ve puta koşularının günümüzde, geleneğine bağlı kalınarak canlandırılmaya çalışılması, hiç kuşkusuz sadece Türk geleneksel okçuluğuna değil, tüm dünyada geleneksel okçuluk disiplinlerine yeni bir soluk ve bakış açısı sağlayacaktır. Umarız tüm bu bilgi ve deneyimler, uluslararası arenada dostlukların pekişmesine ve geleneksel okçuluk kültürünün gelişmesine hizmet eder.

Ekler



2011 yılında Kağıthane’de Sadâbad Yaz Etkinlikleri kapsamında düzenlenen geleneksel okçuluk yarışmasında yerli yapım geleneksel bir Türk yayıyla testiyi delip geçebilen, Tirendâz grubundan Alper Serdar, Belediye Başkanı Sayın Fazlı Kılıç’tan ödülünü alırken.

Dünya Geleneksel Okçuluk Festivali’nde (WTAF) Türkiye ve Japonya standları. Önde (solda) Türkiye’yi temsil eden Dr. Murat Özveri, arkada ise Türk standında puta görülmekte (2007) (Resim ve bilgiler Dr. Murat Özveri’den alınmıştır).

Puta atışlarının resmî bir şekilde bir yarışmada yer alması Türkiye’den önce, Macaristan’ın Gödöllö şehrinde düzenlenen uluslararası Gödeny Kupa’da, 2007 yılında oldu. Macar dostlarımızın bir jesti olarak yarışma kapsamına alınan puta, daha sonra Çek Cumhuriyeti’nde ve yine Macaristan’da, geleneksel okçuluk yarışmalarına dahil oldu. Resimde görünen putaya 120 metre mesafeden atışlar yapılmıştır (Resim ve bilgiler Dr. Murat Özveri’den alınmıştır).

Çek Cumhuriyeti’nde, Dr. Murat Özveri’nin konuşmacı ve yarışmacı olarak davet edildiği Vsetice Naadam’da, yarışma kapsamında atış yapılan puta (2008) (Resim ve bilgiler Dr. Murat Özveri’den alınmıştır).


[1] Murat Özveri, Okçuluk Hakkında Merak Ettiğiniz Her Şey, 2006, s. 2.

[2] Özbay Güven, Türklerde Spor Kültürü (Geliştirilmiş İkinci Baskı), 1999, s. 10.

[3] Dr. Özbay Güven, Türklerde Spor Kültürü, 1992, s. 19.

[4] Ünsal Yücel, a.g.e., s. 44.

[5] Ünsal Yücel, a.g.e., s. 45.

[6] Âtıf Kahraman, Osmanlı Devletinde Spor, 1995, s. 395.

[7] Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Yapı Kredi Yayınları, 1995, s. 44.

[8] Ünsal Yücel, a.g.e., s. 45.

[9] Ünsal Yücel, a.g.e., s. 47.

[10] Ünsal Yücel, a.g.e., s. 46.

[11] Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Türk Dünyasında Ortak Sporlar, 2010, s. 155.

[12] Ebatlar, Harbiye’deki Askeri Müze’de bulunan putayı incelemiş olan Murat Özveri’den alınmıştır.

[13] Ünsal Yücel, a.g.e., s. 47.

[14] Mustafa Kâni Bey, Telhîs-i Resâ’ilât-ı Rumât, 2010, s. 32.

[15] Mustafa Kâni Bey, a.g.e., 2010, s. 33.

[16] Mustafa Kâni Bey, a.g.e., 2010, s. 34.

[17] Mustafa Kâni Bey, a.g.e., 2010, s. 33.

[18] Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 1983, s. 297 ve 323.

[19] 1 gez yaklaşık olarak 0,66 metredir.

[20] Ünsal Yücel, a.g.e., s. 47.

[21] Mustafa Kâni Bey, a.g.e., 2010, s. 34.

[22] Mustafa Kâni Bey, a.g.e., 2010, s. 36.

[23] Âtıf Kahraman, a.g.e., 1995, s. 250.

[24] Ünsal Yücel, a.g.e., s. 48.

[25] Murat Özveri, a.g.e., s. 91.

[26] Mustafa Kâni Bey, a.g.e., 2010, s. 57.

[27] Mustafa Kâni Bey, a.g.e., 2010, s. 57.

[28] Mustafa Kâni Bey, a.g.e., 2010, s. 54.

[29] Âtıf Kahraman, a.g.e., 1995, s. 397.

[30] Abdullah Bulut, Râsih İbrahim’in Okçulukla İlgili Bir Manzumesi, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi sayı 17, 2001