Romalı Okçuların ve Gemi Kasaralarının Öyküsü




Okçuluk onbinlerce yıldır insan hayatını derinden etkilemiştir. Günlük dilimize bile birçok deyim ve deyişin izleri okçuluk kültürüne uzandığı düşünülürse, gemi yapımında ve denizcilik meslekî terminolojisinde okçuluğun ve özellikle savaş okçuluğunun izlerinin görülmemesi düşünülemez.

Arkadaşımız Ozan Uluğ’un gemilerde “kasara” denilen bölümün ortaya çıkışını, deniz savaşları tarihî ve taktiği bakımından inceleyen makalesini zevkle okuyacağınızı umuyoruz.

Ozan Uluğ 1976 yılında İstanbul’da doğdu. Yıldız Teknik Üniversitesi Gemi İnşaatı ve Gemi Makineleri Mühendisliği Fakültesi’nden 1998’de mezun oldu. Kıdemli Tirendâz okçularından olan Uluğ, evlidir ve halen gemi inşaat mühendisliğini sürdürmektedir.

ROMALI OKÇULARIN VE GEMİ KASARALARININ ÖYKÜSÜ

Yazan: Ozan Uluğ

Roma imparatorluğu erken döneminde Akdeniz ticaret yollarının egemenliği için, başta Kartaca ve Mısır gibi Kuzey Afrika’da bulunan devletlerle savaşırken, denizlerde istenilen başarıyı bir türlü elde edemez. Kuzey Afrikalı bu uluslar kadim bir denizcilik kültürüne sahiptirler ve bunun uzantısı olarak da denizde savaşmakta çok başarılıdırlar.

Romalı lejyonlar sürekli genişleyen imparatorluk sınırlarında tüm kara savaşlarında inanılmaz başarılar elde etseler de Roma donanması denizde yaşanan ezeli rekabette arzu edilen başarıyı bir türlü yakalayamaz. Romalıların başarı elde etmek için bir yöntem geliştirmeleri gerekmektedir.

Roma’nın bulduğu çözüm ise herkesi şaşırtacak kadar sade ve basittir.

“Madem ki denizci olan düşmanlarımızla denizde onlar kadar iyi savaşamıyoruz, o zaman biz de deniz üstünde karada savaştığımız gibi savaşırız. “

Bu doktrin dönemin Akdeniz Havzası için yapılan deniz savaşlarının dönüm noktası olur.

Bu amaç doğrultusunda, gemilerinin açık ana güvertelerinin müsait yerlerine “küçük kaleler” inşa ederler. Bu kalelerin üzerine, karadaki kuzenleri ile karşılaştırıldığında cüce gibi kalan deniz mancınıklarını ve iyi eğitimli okçularını çıkarırlar.

O günlerde yaşanan deniz savaşlarında gemilerde okçuların bulunması sıradan bir olaydır. Yerleri ise çoğunlukla ilk açık güverte ve -iyi birkaç okçu için- geminin ana direğidir. Bu yerleşim düzeni deniz okçuları için o ana kadar fark edilmemiş büyük bir zaafiyeti de yanında getirmekteydi. Aslında Roma, ileride denizlerdeki başarısını sadece okçuların bu zaafiyetini ortadan kaldıracak küçük bir savaş hilesine borçlu olacaktı.

Resim 1: Roma Savaş Gemisi

Her zaman olduğu gibi, dönemin deniz savaşlarının seyri kara savaşlarından oldukça farklıydı. Klasik yöntemle yapılan deniz savaşında, ilk aşamada gemiler birbirlerini uzaktan mancınıkları ve okçuları ile vurarak zayıflatır ve yıpratırlardı. İkinci aşamada ise, düşman gemisini mahmuzlayarak batırmak ( gemi başında su kesimini hemen altına yerleştirilmiş, tunç kaplı, koniye benzer bir uzantı ile düşman geminin su altında kalan kısmına vurmak) ya da birbirini bordalayarak (birbirine yanaşarak güvertelerini yan yana getirmek) göğüs göğüse savaşa girmek ve böylece gemiyi ele geçirmek yoluna gidiliyordu.

Karada savaşan okçular düşman ile aralarındaki mesafeyi, kendileri için avantaja dönüşecek bir biçimde korumak şansına her zaman sahipken, denizdeki meslektaşlarının gemideki yerleşimlerinden ötürü böyle bir şansı yoktu. Zaten yeterince sıkışık olan güverte alanı onları serbest biçimde hareket etmekten alıkoyuyordu. Karada savaşan okçular geri çekilebilirler, yerlerini değiştirebilirler, düşmanla aralarına dost birliklerin girmelerine izin verebilirlerdi. Denizde ise rakip savaşçılar geminin güvertesine geçmeye başladığı anda okçular silahlarının menzilinden kaynaklanan avantajlarını yitirdiklerinden, yaylarını bir kenara bırakarak diğer savaşçıların arasına katılıyorlardı.

Kendini karşı tarafın ok yağmurundan korunmak, ana direğe yerleşen birkaç okçuyu saymazsak denizde savaşanlar için sadece savaşın ilk aşamalarında üzerinde düşünülmesi gereken bir meseleydi.

Yeni bir strateji anlayışı ile gemilerin baş/vasat(gemi ortası)/kıç gibi taktik açıdan önem arz eden yerlerine inşa edilen bu minyatür kalelerin üzerine yerleşen Romalı okçular, artık son

ana kadar rakipleri ile aralarındaki mesafeyi muhafaza edip oklarını atabilmekteydiler. Ayrıca her şekilde daha iyi korundukları ve yüksekte oldukları için, önce rakip okçuları sonra da savaşın sonuna kadar diğer tarafın savaşçılarını vurabilmek şansına sahip olmuşlardı. Roma’nın okçularını deniz savaşının sonuna kadar asıl vazifeleri olan okçuluğu yapar biçimde muhafaza etmesi, onları göğüs göğüsse mücadeleye girmek mecburiyetinde bırakmaması, başarının ardında yatan sırdı.

Uygulamaya konan bu yeni strateji meyvelerini çabuk verir. Zaten yapısı gereği ağır, hantal ve büyük olan Roma kadırgaları boyutlarından ötürü kaybettikleri manevra kabiliyetini daha fazla lejyoner ve okçu taşıyarak kapattılar. Yüksek manevra kabiliyetine sahip ve Roma gemilerine göre ufak olan Kuzey Afrikalı ulusların tekneleri, boyutlarından ötürü daha az sayıda savaşçı taşıyorlardı. Zaten sayıca az olan okçuları, gemi üzerinde avantajlı bir yerleşime de sahip değildiler.

Gemilere doluşan ağır zırhlı Roma lejyonerleri bu süreçte, karadaki gibi savaşın başından sonuna kadar ok atabilen okçularla desteklenmektedirler böylece, savaş denizde yapılsa da tam Romalıların istediği gibi, karadaki gibi cereyan edecektir.

Artık Romalılar hızlı, çevik ve küçük Kuzey Afrika gemilerine kendilerini mahmuzlatmadan yanaşıp bordalayarak, zırhlı lejyonerlerini minyatür kaleciklerin üzerindeki okçularının desteğiyle koruyarak, zırh giymeyen hasımlarının üzerine gönderiyorlar. Karşılarına çıkan tüm filoları eziyorlardı.

Roma ve Akdeniz üzerindeki egemenliği kaybolduktan sonra bile, aslen okçular için inşa olan bu küçük kaleler ortadan kalkmadı. Geminin baş ve kıçında aynı şekilde inşa olunan yüksek yapılara okçular, mancınıklar ve daha geç dönemlerde toplar yerleştirildi. Bu etkileyici buluş uzun bir süre daha deniz savaşlarında belirleyici rol oynadı.

Zaman içerisinde bu kaleciklerin sadece askeri açıdan değerli bir yapı olmadığı ortaya çıktı. Geminin bazı hidrodinamik özelliklerini değiştirdiği anlaşıldı. Güverteyi aşan dalgaları kırdığı ve çalışanları koruduğu, ilâve yaşam ve depo alanı sağlamak gibi fazladan bir takım faydaları olduğu devrin ustaları tarafından çabucak fark edildi. Sivil gemilerin de baş ve kıçlarına, yeni amaçlar için uyarlanarak inşa edilir oldu.

Latincede bu yapılara amacına uygun biçimde fore castellum/aft castro (baş kale/kıç kale)adı verildi. Neredeyse tüm Batı dillerinde ise, eski görkemli günlerin anısına ithaf olunur biçimde, “kale” kelimesinin başına “gemi başı” ve “gemi kıçı” anlamına gelen sözcük getirilerek isimlendirildi. İtalyanca castello di prua/castlello a popa, İngilizce forecastle/aftcastle, Fransızca château avant/ castlello arrière, İspanyolca castillo de proa/castlello trasero diye adlandırıldı. Türkçe gemi inşa ve denizcilik terminolojisinde ise “baş/kıç kasara” olarak yer aldı.

Resim 2: yelkenli bir ticaret gemisinde yeni amaçlar için uyarlanan kasaralar

Resim 3: günümüz ticaret gemisinde kasaralar

Bilindiği üzere Türkçe denizcilik terminolojisi Doğu Roma (Bizans) Yunancası ve Ceneviz İtalyancası’nın etkisi altında ve bu dillerden ve lehçelerinden kelime ödünç alarak şekillenmiştir. Bu bakımdan Kasara ve Castro kelimelerinin arasındaki ses benzerliğinin tesâdüfî olmadığı düşünülebilir. Türkçe’de de bu yapıya kasara denmesinin sebebi belki de etkisi altında kalınan yabancı bir dilden bu kelimenin dilimize geçmiş olmasıdır.

Kullanım maksadı bakımından da ve fonetik benzerlik anlamında da kasara kelimesi pek çok dilde aynı yapıyı nitelemiştir. Tıpkı Batı dillerinde olduğu gibi Türkçe’de de benzer bir amaç ve sesteşlikle var olmasının ardında, Akdeniz Havzası için savaşan okçuların silik anısı yatmaktadır.

Okçuluk bu bakımından da hayatımızı ve dillerimizi de ortak bir payda ile şekillendirmeye devam etmiştir.