Taunton Nisan 2014




Taunton’daki Uluslar arası Okçuluk Buluşması-St. George Ok Koşusu

Uluslararası geleneksel okçuluk buluşması, 26-29 Nisan tarihleri arasında İngiltere’nin Taunton şehri yakınlarındaki bir izci kampında düzenlendi. Tirendâz grubu okçularından Murat Özveri, Günhan Börekçi, Hasan Başmısırlı, Adnan Akgün ve Fulya Aslan katılımcılar arasındaydı. Society for Promotion of Traditional Archery (SPTA) tarafından, Hilary Greenland’in koordinatörlüğünde düzenlenen bu etkinlik, St. George Okçuluk Müsabakası ve ertesinde gerçekleşecek, Portsmouth şehrindeki Mary Rose müzesi gezisini içermekteydi.

Tirendâz ekibi olarak, 25 Nisan Cuma sabahı İstanbul dan hareket ettik. İngiltere’ deki buluşmaya Londra’da yaşamakta olan Adnan Akgün de katıldı. Grubumuzla beraber olması planlanan Tirendâz okçularından kardeşimiz Harun Deniz ise, İngiltere Konsolosluğu’nun yola çıkmamızdan sadece bir gün önce sebep belirtmeksizin reddettiği vize talebi yüzünden katılamadı. Bu sebeple grubumuz, eksik ve buruk olarak Londra’ya ulaştı.

Yolculuk planları ve ayarlamalar daha önce Günhan Börekçi tarafından yapılmıştı. Havaalanından kiralanan arabayla Taunton’a doğru yola çıktık. Sağanak yağış altında ve soldan işleyen trafikte, öğleden sonra Taunton yakınlarındaki izci kampına vardık. Kampta Adnan Akgün ile buluştuk. Hilary Greenland’in sıcak ve içten karşılamasıyla, misafir edileceğimiz odalara gidip eşyalarımızı bıraktık. Ok koşusunun yapılacağı sahaya giderek, ertesi gün için yapılan hazırlıklara yardımcı olmaya çalıştık. Sonrasında, kampın yakınlarındaki sade, özgün ve tarihî bir yapı olan pub’da düzenlenen akşam yemeğine katıldık ve çeşitli ülkelerden gelen 20-25 okçu ile beraber, sohbetler eşliğinde yemek yedik. Yoldan gelmiş olmanın verdiği yorgunluk ve lezzetli İngiliz biralarının verdiği rehâvetle gece çok geç olmadan odalarımıza gidip uyuduk.

Sabah, kampta İngiliz ekibinden Richard Hornsby ve eşi Colette Hornsby’nin hazırladığı lezzetli kahvaltı sonrasında ok koşusu için sahaya gidildi. Yarışma ve etkinlik programı şöyleydi:

26 Nisan 2014 Cumartesi (Saha okçuluğu)

Clout atışları:

İngiliz okçuluğunda temel hedef atışı, muharebede iki ordunun birbiriyle karşılaştığı mesafelere yapıldığından,  “clout” adı verilen disiplinde oklar 150 m uzaktaki bir hedefe isabet ettirilmeye çalışılır. Burada hedef çapı 50 cm kadar olan ve yere konmuş dairesel bir yastıktı, ama hedefin 9 ayak (yaklaşık 190 cm) yakınına düşen oklara da puan verildi. Hedefe atış uzaklığı, katılımcıların kategorilerine göre şöyleydi:

180 yard (164 m)- 45 libre üstü ve erkekler kategorisi

160 yard (146 m)- 45 libre altı ve kadınlar kategorisi

20-30 m – çocuklar kategorisi

“L’armee”:

Fransızca “ordu” anlamına gelen bu isim, Fransa ve İngiltere arasındaki Yüzyıl Savaşlarına gönderme yapan bir yarışmayı tanımlıyordu. Strafordan insan büyüklüğünde yapılmış, kimi ayakta duran kimi diz çökmüş, çeşitli silahlarla mücehhez ve çok güzel boyanmış Fransız askerlerine atış yapan okçular içinde Fransız dostlarımız da vardı. Bu durum zaten senelerden beri, İngiliz ve Fransız dostlarla bir araya geldiğimizde çeşitli şakalara yol açıyordu. Atış mesafesi yine baş döndürücüydü.

 

200 yard (180m)- 45 libre üstü ve erkekler kategorisi

160 yard (146 m)- 45 libre altı ve kadınlar kategorisi

20-30 m – çocuklar kategorisi

Tibet Disiplini

Tibetlilerin okçuluk hedefi olan, kenarları 1 m’den biraz kısa bir üçgen yüzeye yapılan atışlar, üçgenin tepe noktasından aşağı doğru şeritlerle ayrılmış puan noktalarına kaydedilen isabetlerle puan kazandırıyordu. 5-6 kişilik gruplar halinde 60 metredeki hedefe atış yaparken, diğerlerinin gürültü çıkarıp rakiplerinin dikkatini dağıtması bu oyunun kuralıydı. Hattâ yarışma öncesi yapılan yazışmalarda, hepimize gürültü çıkaracak aletler getirmemiz tembihlenmişti. Gruplar atış çizgisine gelip atış yapmaya başlayınca, ortalık kaynana zırıltısından muhtelif düdüklere kadar birçok aletle bir festival alanına dönüyor, tam bir curcuna yaşanıyordu. Kurallara göre,  gruptan bir kişinin isabet kaydetmesi durumunda, gruptaki bütün okçular dans ederek hedefe yürüyorlardı. Az sayıdaki isabette, son derece komik danslar seyretme imkânımız oldu.

Bu etkinliğin önemli özelliklerinden biri, başparmak çekişiyle ok atan okçuları bir araya toplamış olmasıydı. Daha önceden dostluğumuz da olan ve bazılarına Türk atış tekniğini Tirendâz çatısı altında öğretmiş olduğumuz okçuluk sevdâlıları, yine başparmak çekişi konuşmak için bir araya geldiler. Almanya’dan Jarek Korczynski ve Philip Wirtz, İspanya’dan Tawfik İbrahim Bottos, Mançu okçuluğunun önemli uzmanı Hollandalı Peter Dekker, Fransa’dan Alvaro Blanco gibi izimlerin yanında, Taunton’da tanıştığımız ve başparmak atışı yapan bazı yeni isimler de bu atölye çalışmasında toplandılar. Özellikle İngiliz okçular içinde başparmak çekişini ilk defa görenler vardı. Burada Murat Özveri, Günhan Börekçi ve Hasan Başmısırlı çok sayıda meraklıyı bu teknikle tanıştırdı. Murat Özveri’nin yaptığı mecrâ ve siper atışları ilgi toplarken, hızlı gezleme tekniği ve ulaşılan atış hızı da izleyenleri şaşırttı. Bu atölye çalışmasında, İngiliz savaş yayları konusunda uzman olan Joe Gibbs ve arkadaşları da vardı. Kullandıkları yayların çekiş kuvveti 150-170 lbs dolaylarındaydı, ama Joe’nun 270 lbs’lik recurve ile yaptığı atışlar hepimizi büyüledi! İzci kampının hemen dışında, büyük bir saçağın altına yerleştirilmiş olan hedefin önünde toplanılıp atışlar yapıldı, teknikler tartışıldı.

Geleneksel okçuluk spordan çok bir kültürel faaliyet karakterini koruduğundan, birinci günü akşamında, geleneksel okçuluk yarışmalarında adet olduğu üzere akademik seminerlere de yer verilmişti. İki konuşmadan ilki Murat Özveri’nin Türk okçuluğu’nda politik ve dinî sembolizmi, bunların saha uygulamalarına ve sanat eserlerine yansımasını anlattığı sunumuydu. Bunu, arkeolog Jürgen Junkmanns’ın 5000 yaşında bir prehistorik yay ve yanında bulunan yay kılıfı üzerine yaptığı sunum izledi. Bulunan yayın ve kılıfın replika çalışmaları konuşmayı oldukça çekici hale getirdi.

Akşamın son konuşması, SPTA’nın gediklilerinden, son derece sıcak ve espritüel bir adam olan Walley’in yaptığı stand-up gösterisiydi. Peruk ve şapkalar takarak değişik rolleri oynadığı şov, bütün günün fiziksel yorgunluğu ve akademik seminerlerin ciddiyetinden sonra ilaç gibi geldi.

Akşam yemeği ve sohbet, bu etkinliklerin önemli bir parçası olan sosyalleşmenin bir yoludur. Herkes yanında getirdiği yiyecek, içecek vs. çıkarır ve paylaşır. Her dilin konuşulduğu ama ortak konunun okçuluk olduğu büyük masalarda yenir ve içilir. Taunton’da da ilk geceyi güzel sohbetlerle noktaladık.

 

 

 

 

27 Nisan 2014 Pazar

Arazi Okçuluğu (field archery)-2D ve 3D hedefler

Arazi okçuluğu avlanma şartlarını simüle eden ve 19. yy’da ABD’de doğup dünyaya yayılan bir okçuluk dalıdır. Okçuluk becerisinin yanı sıra, zor ve değişik ayak ve vücut pozisyonlarında atış yapmak zorunda bırakıldığınız bir parkurda, 2 ve 3 boyutlu hedeflere (bunların bir kısmı hayvan silüetleri resimleri veya elastomerden yapılmış heykelleridir) atış yaparsınız. Beş-altı kişilik gruplara bölünen okçular, özellikle iklim şartları yüzünden yürümenin bile zor olduğu bir arazide yarıştık. Ara ara başlayan yağmur zemini çok ağırlaştırmıştı. Arazi engebeliydi, hattâ bazı sarp yerlerde tırmanmayı kolaylaştıracak halatlar konmuştu

Horse(less)back archery:

İngilizce şirin bir kelime oyunu yapılarak isimlendirilen bu disiplinde, Macarların atlı okçuluk dünyasına tanıttığı hedef ve parkur kullanılmıştı. Ama önemli bir fark vardı: Atışlar at üzerinden yapılmıyordu. Koşarak 4 ayrı atış noktasında ayaklar açılarak belli noktalara dayanıyor, her noktadan hedefe birer ok atılıyordu. Son atış, geriye dönerek yapılıyordu; tıpkı at üzerinden yapılan “Part atışı” gibi. Hem oklarla kazanılan skor hem de verilen belli bir süren altında kalınca ilave edilen puanlar final skoru belirliyordu. Bu da bizim takımın favori görüldüğü istasyonlardandı, çünkü okun hızla gezlenmesi ve bunun hareket halinde de yapılabilmesi, Türk okçuluk tekniğinin sağladığı avantajlardandı. Nitekim, ağır ve kaygan zemine rağmen, çoğumuz 35 saniyenin altında ve iyi puanlar atarak parkuru tamamlayabildik.

Popinjay:

Aslında kıta Avrupası’nın okçuluk geleneğinin bir parçası olan popin jay, upuzun bir sırığın ucuna takılan, genellikle ahşaptan yapılan kuş ya da kuşların küt uçlu oklara vurulup düşürülmesine dayanır. Avrupa’da geçmişi yüzlerce yıl öncesine dayanır ve birçok okçuluk kulübünde yılda bir defa büyük bir popin jay yarışması düzenlenir. Hilary’nin söylediğine göre, bu sene 21.’si düzenlenen St. George Ok Koşusu’nda ilk defa popin jay yer almış.

Bu disiplinde yaklaşık 15 m uzunluğunda bir direğin tepesinde yer alan, yaklaşık 8X8 cm ebatlarındaki plastik ördeğe, direğin 1 m kadar gerisinden yukarıya doğru yapılan atış yapıldı. Yarışmada herkes birer ok attı ve Pazar günü yarışma alanında olan 90’a yakın kişiden isabet kaydeden olmadı. Ördeğe teğet geçip seyredenlerden heyecan çığlıkları yükselmesine sebep olan Fulya Aslan, bu başarısıyla takdirleri topladı. Yarışmadan sonra da popin jay’de şansını deneyenler olacak ama Murat Özveri ördeğe tam isabet kaydedip onu takılı olduğu tepe noktasından fırlatana kadar kimse başarılı bir atış yapamayacaktı. Dolayısıyla, popin jay’e Tirendâz’ın imzasını attığını söylesek yalan olmaz.

Kovada flu flu (flu flu in the bin):

Flu flu, okun arkasına fazla ya da çok büyük yelek takarak yapılan oklara denir. Bu oklar, yaydan tam hızla fırlar ama aniden yavaşlar. Türk okçuluğunda tek ve tam uzunlukta bir yeleğin okun arkasına helezonik sarılmasıyla yapılır ve “ibriş oku” ya da “abraiş oku” diye bilinir. Bu disiplinde, 10m uzaklıktaki yaklaşık 50cm çapında bir kovaya flu flu oklarını düşürmeye çalıştık. Tabii oku dimdik havaya dikerek.

 

 

 

Moğol disiplini:

Moğolistan’da yüzyıllardır düzenlenen Naadam Festivali’nde kullanılan bu hedef, okçulardan yaklaşık 70m uzakta yere dizilmiş, orijinalinde deve derisinden yapılmış küçük silindirlerdir. Bu disiplinde silindirlere kaydedilen direkt isabetlerin yanında, hedeflerin ön ve arka tarafındaki belli bir alana düşürülen oklar da puan kazandırır.

Hızlı gezleme ve atış (speed shooting):

Aslında herkesin Türk takımını favori gördüğü bu disiplinde, zaman yetmemesi sebebiyle ok atamadık. Yarışmadaki sistem biraz garipti ve sportif hırstan ziyade kültürel etkileşim ön planda görüldüğünden olsa gerek, herkesin her disiplinde ok atmayı tamamlaması da beklenmedi. İstanbul’da yaptığımız denemelerde, tirkeşten tek tek alarak dakikada 17 oka kadar çıkmıştık, ama burada kendimizi sınama fırsatı bulamadık.

Wand (duvar):

Bir duvarın üstündeki dikey bir çizgiye ok atıp okları mümkün olduğunca yakın saplamayı temel alan hedef disiplini. Bu da yarışamadığımı bir istasyon olarak kaldı.

Ödül töreni: Hepimize skor kartları dağıtıldığından, yarıştığımızı istasyonlarda titizlikle skorlarımız tuttuk, ama sonradan gördük ki, kimse bu skorlara bakmadı! Hattâ buna biraz bozulduk da. Çünkü Tirendâz takımı olarak titizlikle hazırlanmıştık ve bir hayli formdaydık. Meğer St. George Okçuluk Buluşması, okçuluk performansını ikincil derecede önemseyen, insanların bir araya gelmesini ve bilgi alışverişinde bulunmasını, bu arada da ortak zevkleri olan okçulukla zaman geçirmelerini amaçlayan bir etkinlikmiş. Skorlar açıklanmadığından, kendi performanlarımızı ancak grup içinde karşılaştırma imkanı bulduk. Onu da Londra’da Heathrow Havaalanında, İstanbul uçağımızı beklerken yapacaktık. Sadece, Çek Michal Sodja’nın arazi okçuluğunda kaydettiği ve gerçekten hayranlık uyandıran skor zikredildi. Ama organizatörler ödül törenini eğlenceli hale getirmekten geri kalmadılar. Her sabah özenle mumladığı bıyıkları sayesinde Peter Dekker “Best Facial Furniture” (En iyi surat mobilyasıJ) ödülü kazandı mesela. Hasan Başmısırlı ise, yarışma boyunca kırılan 4 oku sayesinde “En çok ok kırma” ödülünü aldı. Fulya’ya yarışma sırasında popin jay’e yaptığı yürek hoplatan atış sebebiyle küçük bir popin jay modeli ve Murat Özveri’ye de herkes için yılan hikâyesine dönen popin jay ördeğini aşağı indirdiği için minik ördek modellerinden oluşan bir hediye verildi.

Akşam yemeği ve sohbet: Daha önce değerli eşi Maite ve tatlı kızları Angharad ile birlikte İstanbul’da ağırladığımız Jonathan Thomas büyük misafirperverlik gösterdi. Bize Galler biraları ve çikolataları vermekle kalmadı, hem akşam yemeğinde hem kahvaltıda yemek üzere bir Galler peyniri ve yoğurdu getirdi (bunları “Lezzet olarak İngiliz peyniri ve yoğurdu gibi değildir, Türk damak zevkine daha uygundur” diyerek verdi ve haklıydı da).

Gecenin son etkinliği, yangın oklarının denenmesiydi. İsteyenin katılabileceği bir kategoriydi bu ve sadece Michal Sodja’nın bir tek ve Jonathan’ın iki oku vardı denenecek. Gece, hafifi çiseleyen yağmur altında Michal’in ilk oku acayip bir hızla fırladı ve daha yere inmeden söndü. Jonathan’ın iki oku da çok iyi sonuç verdi. Özellikle bir tanesi yere düştükten sonra (ıslak ve çamurlu zeminde!) yanmaya devam etti, hattâ yerden alıp ikinci ve üçüncü defa atıldığında da ateşini korudu.

28 Nisan 2014 Pazartesi

Kahvaltı ve sabah saat 10:00 da kamptan ayrılma

 

29 Nisan 2014 Salı

Sabah saat 10:30 da Portsmouth şehrindeki Mary Rose Müzesi’nde buluşma

Özetle Grubumuzun Performansı:

İki gün boyunca yapılacak olan koşuya, çeşitli ülke ve kültürlerden gelen, erkek, kadın ve çocuklardan oluşan 80-100 kişi kadar katılımcı oldu. Ağırlıkla İngiliz yayı kullanılmasının yanı sıra, Türk, Macar, Mançu yaylarıyla yarışan okçular vardı. Yabancı okçuların kullandıkları çeşitli yayları da deneyip, tanıma imkânı bulduk.

Birinci gün gerçekleşen ve yaklaşık 80 kişinin katıldığı uzun mesafe hedef (clout) atışlarında toplam 10-15 kişi puan alabildi (isabet ya da yakına düşürerek). Ekibimizden Murat Özveri, Hasan Başmısırlı ve Fulya Aslan puan alırken, Fulyanın puanlarından biri tam isabetle alındı. Tibet disiplininde ise Hasan Başmısırlı, hedefe ok düşürerek, içinde bulunduğu grubun dans etmesini sağladı. Arazi atışlarında Murat Özveri ve Hasan Başmısırlı olmak üzere ekip yüksek isabet yüzdesi elde etti. At üzerindeymiş gibi yapılan atışlarda (horse-less-back archery) isabetli atışları ve bunu 31 sn gibi bir sürede yapmasıyla Murat Özveri, 35-37 sn lik atışlarıyla Günhan Börekçi ve Hasan Başmısırlı Türk okçuluğundaki dinamizm ve hareket kabiliyetini fazlasıyla gösterdiler. Günhan Börekçi zorluk derecesi oldukça yüksek olan Moğol hedefinde, silindirlere direkt isabet kaydederek başarılı oldu. Ördek (popinjay) atışında Fulya Aslan hedefi vurdu. Genel olarak ekibimiz yarışmadaki çeşitli disiplinlerde kayda değer başarı elde etti ve Türk grubu olarak ön plana çıktı. Daha da önemlisi yemek molaları ve yarışma bitimlerinde Türk okçuluğu ve başparmak çekişini tanıtmamız, ilgilenen katılımcıları bilgilendirmemiz, uygulamalar yaptırmamız oldu. Yarışmanın ilk gününde yapılan hoş geldiniz konuşmasında Hilary Greenland’in Tirendâz’ı “Türkiye’ deki en iyi geleneksel okçuluk grubu ve temsilcisi” olarak tanıtması gurur vericiydi. Hocamız Murat Özveri’nin akıcı bir İngilizceyle yaptığı sunumuyla dinleyenleri Türk okçuluğu konusunda bilgilendirmekte oldukça başarılı oldu. Orada bulunan katılımcıların büyük alkış ve teşekkürleriyle karşılandı. Öyle ki, gururla gözlerimiz doldu.

Üç gece ve iki gün boyunca kaldığımız kampta, başta Hilary Greenland ve Richard Hornsby olmak üzere İngiliz ekip tarafından büyük bir misafirperverlik ve nezâketle ağırlandık. İngiltere’ye gitmeden önce hazırladığımız Türkiye’ ye özgü küçük hediyeleri tüm katılımcılara dağıttık. Hedeflerin toplanmasına ve taşınmasına yardımcı olduk. Diğer yabancı katılımcılarla yaptığımız sohbetlerle yeni dostlar edindik, eski dostluklarımızı pekiştirdik.

Pazartesi sabahı kamptan ayrıldıktan sonra, ertesi gün St. George katılımcılarının Mary Rose Müzesi ziyareti için buluşacağı Portsmouth şehrine yola çıktık. Kültür programımız kapsamında, yolumuzun üzerindeki Stonehenge’ e ve Salisbury şehrine gittik. Zamanımızın sınırlı olması sebebiyle, Günhan hocanın yapmış olduğu plan çerçevesinde, Salisbury’de Salisbury Katedrali’ni gezmekle yetindik. Pek çok bakımdan özel olan bu yapı, Magna Carta’nın mevcut dört nüshasından birini korumasıyla da ünlüydü. Burada, Magna Carta’nın bu orijinal nüshasını da görme imkânımız oldu. Böylece İngiltere’nin hem neolitiğini hem Ortaçağı’nı temsil eden çok önemli iki mekânı ziyaret etmiş olduk. Portsmouth şehrine vardığımızda akşam saatleriydi. Otelimize yerleşip, Portsmouth limanına yürüdük ve akşam yemeğimizi yiyip otele geri döndük.

Salı sabahı 10:30’da Mary Rose müzesini gezecek olan okçularla buluştuk ve müzeyi gezdik. Mary Rose müzesi, 1510 yılında yapılan ve 1545 yılında batan Mary Rose gemisinin 1971’de batığının keşfedilip 1982’de gün yüzüne çıkarılmasından yıllar sonra, kendisinin ve içeriğinin sergilenmesi için kurulan bir müze. Geminin denizin dibinde yatan tarafı çamur altında kaldığı için içindeki malzeme, eşya vs. de oldukça sağlam kalmış durumda. Batıktan yaklaşık 16.000 parça çıkarılıp müzede sergilenmiş. Tudor Hanedanı döneminden kalan bir savaş gemisi olan Mary Rose’un batığı gemi personelinin ve içinde okçuların da olduğu savaşçıların günlük eşyalarını barındırıyordu. Ayrıca geminin silahları ve yolcuların iskeletleri de büyük ölçüde korunmuş halde bulunmuştu. Mary Rose müzesinin mimari yapısı, iç düzenlemesi, sergileme ve sunumu da çok etkileyiciydi. Okçuların ve gemi personelinden bazılarının iskelet ve kıyafetlerinden balmumu heykelleri oluşturulmuştu. Batıkta bulunan neredeyse sapasağlam kalmış yaylar, oklar, okçuların kıyafetleri ve aksesuarları özellikle dikkatle incelediğimiz bölümler oldu. Çok sayıda interaktif ekrandai ziyaretçinin vitrinlerde gördüğü orijinal objelerin ne olduğunu anlatan kısa film ve animasyonlar seyredilebiliyordu. Hattâ küçük sınavlarla renklendirmişlerdi de bu interaktif montiörleri. Bunların yanında başka monitörlerde personel hakkında (meselâ kaptan, gemi cerrahı, vs.) canlandırmalar dönüyor, dönemin cerrahî uygulamaları gibi dolaylı konularda bilgilendirici levhalar takip edilebiliyordu. Okçuluk için de benzer bilgilendirme donanımları vardı. Bize en ilginç gelenlerden biri, duvara monte edilmiş iki İngiliz Uzun Yayı replikasıydı. Kirişlerine birer hidrolik fren mekanizması bağlanmış bu yaylardan biri 30 lbs civarı, diğer savaş yayları için alt sınır kabul edilebilecekj 70 lbs çekiş kuvvetindeydi. Ziyaretçiler bu yayları çekip (hidrolik sistem sayesinde) güvenle bırakabiliyorlardı.

Müzenin bulunduğu limanda yer alan, Napolyon Savaşları’nda savaşmış İngiliz deniz subayı Amiral Horatio Nelson’ın “HMS Victory” adlı gemisini de ziyaret etme imkânı bulduk. Norfolk’da doğup Trafalgar Savaşı sırasında hayatını kaybetmiş olan Amiral Nelson İngilizlerin ünlü denizcisidir. 1771-1805 yılları arasında denizcilik yapmıştır. “HMS (Her Majesty’s Ship’in kısaltılmışı) Victory” gemisi, ahşap malzemeyle inşa edilmiş, görkemli bir gemiydi. 19. yy’ın başında yapılmış ve hâlâ yüzer durumda olan bu kalyonu görmek ve hattâ içinde dolaşmak, denizcilik tarihine yapılan bir yolculuk olması hasebiyle heyecan vericiydi. Gerek Mary Rose gerek HMS Victory, babadan gemici olan Hasan’ın verdiği bilgilerle renklendi.

Akşam üzeri Portsmouth’dan Londraya doğru yola çıktık. Londra’ ya vardığımızda Günhan Hocamızın özenle bizim için seçtiği tarihi bir otelde konakladık. Geniş ve konforlu olan odalardan birinde toplanıp, gezdiklerimiz, gördüklerimiz ve okçulukla ilgili sohbet ettik. Sabah erkenden kalkıp British Museum’ a gittik. Müzenin büyük ve içeriğinin geniş, zamanımız ise kısıtlı olması sebebiyle, müzede gezeceğimiz bölümleri önceden belirlemiştik. Müzeye gider gitmez bu bölümleri gezmeye başladık. Asur savaş ve av sahnelerinin tasvir edildiği metrelerce uzunluktaki rölyefler ilk durağımızdı. Kabartmalardaki canlandırma ve detaylar büyüleyiciydi. Asur okçuluğu ve yayları ile ilgili inanılmaz bilgiler içeriyordu. Bu bölümden çok etkilendik ve pek çok bilgi edindik. Müzede yer alan Anadolu ve İslâm medeniyetleri bölümlerini de gezdik. Mughal ve Memlûk sanat eserlerinin üzerlerinde yer alan av sahnelerinden Türk okçuluğuyla ilgili detayları aradık, bulduk.

Murat hocamızın okçulukla, Günhan hocamızın tarihle ilgili derin ve detaylı bilgilerini paylaştığı müze gezileri, öğretici ve anlamlı bir boyut kazandı. Hasan Başmısırlı’nın becerisi ve Murat Özveri’nin sağlam dikkati ile, soldan giden İngiltere trafiğinde rahat ve güvenle yolculuk ettik. Günhan hocamızın geçmişte profesyonel rehberlik yapması sebebiyle İstanbul’dayken pek çok ayarlama ve organizasyonu yapmış olması bizim kısıtlı zamanda çok yer gezip görmemizi sağladı. Hasan Başmısırlı pratik zekası, çalışkanlığı ve neşeli karakteriyle gezimiz boyunca pek çok katkıda bulundu ve renk getirdi. . Fulya Aslan, 7 ay gibi kısa sayılabilecek bir süre okçuluk eğitimi almasına rağmen, yarışmalarda gösterdiği başarı, yabancı okçular tarafından şaşkınlık ve takdirle karşılandı. Kadınlar kategorisinde 45 libre yay kullanıyor olması da öyle. Bu durum, aynı zamanda Tirendaz’ın eğitim metodundaki başarısını bize ve katılımcılara kanıtlamış oldu.

Sonuç olarak, ekibimiz uyumlu ve beraber hareket edebilmesiyle İngiltere’ deki yarışma ve gezi sürecini dolu dolu geçirdi. Tirendaz grubunu layıkıyla ve çok yönlü olarak temsil edebildi. Yabancı okçulardan, ok koşusundan ve müze gezilerinden pek çok bilgi ve deneyim edinmiş olarak döndü.

Tüm tirendazlara saygı ve sevgilerle…