MENZİL OKÇULUĞU’NUN KÖKENİ ÜZERİNE




MENZİL OKÇULUĞU’NUN KÖKENİ ÜZERİNE

Harun DENİZ

1

Resim 1: II. Mahmud’a ait Nişantaşı. Rekor mesafeye yapılan atış neticesinde okun düştüğü yere çoğunlukla mermerden ve sütun biçiminde yapılan Menzil Taşları dikilirdi. Atışın yapıldığı yöne bakan kitabesinde, atışı yapan sporcunun (kemankeş) kimliği, mesleği, atış mesafesi ve tarih yazılır. Padişahlar ve Osmanlı yüksek bürokrasisine mensup olanlara ait taşlar Osmanlı sanatının özgün eserleridir. Devrin ünlü şairleri tarafından manzum olarak yazılan kitabe, usta hattatlarca kaleme alınır ve taş bezeme ustalarınca mermer üzerine işlenerdi. Bu eserler dönemin zevkini
yansıtan sanat eseri ve tarihi belge niteliğindedir.

Dünyada tarih ve okçuluk meraklıları tarafından son yıllarda hayranlıkla takip edilen ve araştırılan konulardan biri de Osmanlı spor okçuluğudur ve cazibenin merkezinde ise menzil okçuluğu disiplini yer almaktadır. Belli şartlar dahilinde oku mümkün olan en uzak mesafeye atmaya dayanan bu disiplin bizzat padişahlar ve Osmanlı yüksek bürokrasisi tarafından icra ve himaye edilmiş, özellikle 16. yüzyılda ulaşılan atış mesafelerine (aynı ekipmanla) bugün dahi ulaşılamamıştır. Rekor atışlar anısına dikilen menzil taşları ve kullanılan ok, yay, zihgir v.b. ekipman Osmanlı yüksek kültürünün müstesnâ örneklerini oluştururken bu spora verilen önem açısından da örnek teşkil eder.

Ancak ülkemizde son dönemde farklı motivasyonla “Türk Okçuluğunun İhyası” adı altında yapılan çalışmaların Türk Okçuluk Geleneğine zarar verici nitelikte olduğu gözden kaçmamaktadır. İhya adı altında yapılan çalışmaların uzun bir zincir olan okçuluk geleneğinin sadece bir halkasını zincirin bütünü olarak gösterme çabasından başka bir şey olmadığını görüyoruz. Zira İslâm Öncesi, Erken İslâm ve Geç Dönem olarak tasnif edilmesi gereken Türk Okçuluğunu salt Osmanlı Dönemi Türk Okçuluğuna sıkıştırmaya çalışmak yapılanın ihya mı yoksa imha mı olduğu sorusunu akla getirmektedir. Yukarıda da bahsedildiği gibi Osmanlı dönemi Türk Okçuluğunun sadece bizim değil dünya okçuluk tarihi açısından da önemli olduğu kabul edilmektedir. Ateşli silahların ok ve yayın yerini almasından sonra bile okçuluğa verilen önemin devam etmesi o dönemin dinamikleriyle değil arka planının da bilinmesiyle anlaşılabilir.

Osmanlı kültürü için büyük ölçüde Arap-İslâm ve Pers-İslâm kültürleri ile yadsınamayacak derecede de Doğu Roma (Bizans) kültürünün katkı sağladığı eklektik bir kültür tanımı yapabiliriz. Ancak geniş Asya bozkırlarında konar-göçer yaşayan atalarımızın yüzyıllar içerisinde oluşturdukları inanç ve kültür havuzunda kült haline gelen bazı ritüel veya gelenekler İslâm’a geçtikten sonra da terk edilmemiştir. Öyle ki İslâm dini ve kültürünün kurumsallaştığı Osmanlı döneminde dahî hanedan mensuplarının yay kirişiyle idam edilmesi, kült haline gelmiş bu töreden hiç vazgeçilmediğini göstermektedir. Bununla birlikte heykel formundaki balbal geleneğinin yazılı mezar taşına dönüşmesi gibi kimi gelenekler de İslâmî kaidelere uygun hale getirilerek uygulanagelmiştir. Bu sebeple dünyanın çeşitli coğrafyalarında Türkler tarafından kurulan devletler ve oluşturulan kültürler incelenirken geniş perspektiften bakmak doğru yoruma ulaşabilmek adına önemlidir. Hâkezâ dinî ve tasavvufî etki ön planda tutulan Osmanlı dönemi İstanbul Okmeydanı ve Okçular Tekkesinde abdestsiz yay tutulmaması ve meydana girilmemesi salık verilirken, Kur’an’da açıkça “…dikili taşların şeytan icâdı birer pislik…” olduğu belirtilmesine rağmen abdestsiz girilemeyen meydanın dikili taşlarla donatılması izaha muhtaçtır ve izahı o dönemin şartlarında değil arka planında aranmalıdır.

Bu noktada izaha muhtaç konulardan biri olan Türk Okçuluğunun alâmeti fârikası menzil okçuluğunun kökeni üzerinde durulabilir. Ok ve yayın temel savaş silahı olarak kullanıldığı dönemde dahi bozkır kavimleri tarafından sportif faaliyet olarak icrâ edilen ve izine İskitlerde, Moğollarda rastlanan göçebe ve yerleşik dönem dahil Türk kültüründe var olmuş bu disiplinin kökeninde ne olabilir? Av mı, savaş mı yoksa inanç mı?

2

Resim 2: Osmanlı dönemi yay ok ve ekipmanların replikaları ile menzil atışı. Kökeni Avrasya Bozkır Kültürü dini ayinlerde göğe ok atışı ritine dayandığı düşünülen menzil okçuluğu, Osmanlı Devletinde okçuluk idmanı için özel olarak tahsis edilen okmeydanlarında sportif faaliyet olarak icra edilmiştir.

Menzil okçuluğu Türk Okçuluğu’nu diğer okçuluk ekollerinden ayıran en önemli özelliğidir. Hattâ Türk Okçuluğu’nun diğer (puta, darp ve atlı okçuluk) disiplinleri düşünüldüğünde hedef gözetmeksizin icra edilen bu disiplini Türk Okçuluğu içerisinde de ayrı bir yere koymak gerekir. Selçuklu ve Memlûklularda atışa uygun alanlarda uygulandığı yazılı kaynaklardan anlaşılan bu disiplin Osmanlı Devletinde menzil disiplini dahil her türlü okçuluk faaliyeti için tahsis edilmiş okmeydanları ile İstanbul ve Kahire’de spor kulübü olarak nitelendirebileceğimiz tekkelerde icra edilmiştir. Amacı oku en uzağa atmak olan menzil okçuluğunun av-savaş temelli bir oyun olmadığı, günümüz anlamıyla daha çok bir spor disiplini olduğu söylenebilir. Ancak spor dallarını incelediğimizde birçoğunun kökeninin kadim zamanlara dayandığını ve amaçlarının da günümüz spor anlayışının aksine av-savaş pratiği ya da dinî âyinler olduğunu görmekteyiz. Av-savaş amaçlı sporun, avda veya savaştaki başarıya olan somut katkısı yanında dinî temelli sporun insanın ruhsal ve fiziksel gelişimine ve mutluluğuna olan manevî katkısı olduğunu söyleyebiliriz.

Yerleşik hayatla birlikte din-tarım toplumları oluşturan insanlar kalabalık topluluklar halinde iç içe yaşamaya başlamışlardır. Bu dönemden itibaren sportif faaliyetler dinî âyinler ve savaş pratikleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yerleşik kültürün ilk temsilcileri Mısır, Mezopotamya ve Anadolu uygarlıkları ilk organize sportif faaliyetlerde de başroldedirler. Mısır, Sümer, Bâbil, Asur ve Hitit devletlerinde krallar, yönetici elitler ve askerler tarafından icra edilen bu faaliyetler av ve savaş pratikleri yanında dinî âyin seremonilerini de oluşturmaktadırlar. Sümerler’de Tanrı Enlil ve Marduk adına kralların okçuluk, av, güreş ve koşu yapmaları, Hititler’de savaş arabalarından müteşekkil iki grubun savaş pratiği temelli yarışma yaptıkları ve kaybeden taraftan bir kişinin Güneş Tanrısı Teşup adına kurban edilmesi, Antik Yunan’da fiziksel olarak güçlü ve güzel görünen insanların tanrılara layık olabileceği inancı doğrultusunda düzenlenen olimpiyatların Zeus adına yapılması, yapılan faaliyetlerin dinsel temelli olduklarını göstermektedir.

Hint ve Çin medeniyetlerinde de sportif faaliyetlerin av-savaş pratiği ve dinsel temelli olduğu görülebilir. Çin’de yapılan kung fu sporunun ilk olarak tapınaklarda yapıldığı ve Taoist ve Budist öğretileri doğrultusunda saldırı değil savunma amaçlı sporlar olması, Hint inanışında tanrıya ve sonsuz mutluluğa insanın ruhsal ve zihinsel gelişimi yoluyla ulaşılabileceği düşüncesinin satranç ve yoga gibi aktiviteleri ortaya çıkarması din-spor ilişkisine örnek teşkil eder.

Sonuç olarak, geleneksel sporlar ile günümüz modern spor branşlarının birçoğunun kökeni, avda ve savaşta başarılı olmak, ilahi güçlerin yardımını alabilmek ve yönetici elitin toplum içerisinde itibar ve yeterliliğini göstermeleri amaçlarıyla yapılan fiziksel aktivitelerde yatmaktadır. Zaman içerisinde savaş teknolojisi ve stratejisinin ve dinlerin değişimi ile birlikte bu faaliyetlerin ya unutulup kaybolmasına ya da farklı motivasyonlarla devam etmesine şahit oluyoruz.

Spor-Din İlişkisi bakımından Menzil Okçuluğunun Yorumlanması

Genelde bozkır ve özelde Türk kültüründe sportif faaliyetlerin temelinde dinlerin etkisinden çok av ve savaş pratiği görülmektedir. Türk kültüründeki sporlar atlı ve atsız olarak iki ana gruba ayrılabilir. Cirit, çöğen, gökbörü, beyge, atlı okçuluk, atlı avcılık, rahvan yarış v.b. atlı sporlar ile güreş, tomak, ordo, aşık, matrak ve kılıç-kalkan gibi atsız sporlar incelendiğinde av ve savaş pratiği temelli olduğu görülür. Bunun nedeninin zorlu bozkır koşullarında hayatta kalabilmek için kendilerini daima mücadeleye hazır tutma gerekliliği olduğu söylenebilir. Fakat menzil okçuluğu bu yönüyle diğer sporlardan ayrılmaktadır. Zira okun en uzak mesafeye atılması prensibiyle yapılan bu faaliyetin bir av-savaş pratiği olmadığı söylenebilir.

Bu noktada menzil atışı pratiğinin savaş alanında nasıl bir uygulama alanı bulabileceği sorusu akla gelebilir. Düşmanı mümkün olan en uzak mesafede atış altına alabilmek avantajdır ve savaş meydanlarında kullanılmış bir taktiktir. Daha çok savunma niteliğinde ve en iyi uygulayıcılarının İngiliz okçu sınıfı gibi yaya okçular olduğunu söyleyebiliriz. Uzak mesafe atışlarında ok, hedefe ulaştığında hızının önemli bir kısmını kaybetmiş olur. Düşük hızda okun tahrip gücünü istenilen seviyede tutabilmek için kütlesinin artırılması gerekir. Bu sebepledir ki İngiliz ordusunda kullanılan savaş okları oldukça ağırdır. 1545 yılında batan Mary Rose isimli İngiliz savaş gemisinden çıkarılan oklar 65 ila 95 gram ağırlığındadır. Buna mukabil Divan-ı Lügat-it Türk’teki (DLT) terimlerden bu tür atışlar için özellikle hafif ok kullanıldığını anlıyoruz. Örneğin “Çuram” kelimesi, diğerlerinden daha uzağa giden yeğni (daha hafif) ok atışını ifade etmektedir. Öte yandan bozkır orduları büyük oranda atlı okçulardan müteşekkildir. Atın sağladığı yüksek hız ve manevra kabiliyeti düşmana yaklaşma olanağı sağlar ki bu, uzun menzilli atış yapma ihtiyacını ortadan kaldırır. Bu durum bozkır savaşçısının savaş talimi olarak menzil atışı yapmasını gereksiz kılacağı fikrini güçlendirir. Moğol İmparatoru Cengiz Han döneminde, Moğolca yazılmış en eski belge niteliği taşıyan ve adına “Yesünke Taşı” denilen bir menzil taşı kitabesinde (M.S.1215) “Cengiz Harezm topluluklarını fethetti ve bütün Moğol hanları ile Buha Soçika’da toplandı Yesünke 335 alda (yakl. 540 metre) ok saldı” yazmaktadır. Bundan uzağa ok atmanın bir maharet olarak görüldüğünü ama savaş talimi olup olmadığı sorusuna net bir yanıt çıkaramayız. Bu sporun av/savaş temelli bir disiplin olmadığını düşünürsek kökenine dair bir fikir edinebilmemiz için göçebe bozkır dinine, buna bağlı olarak da kültürüne ve hayatına bir miktar nüfuz etmemiz gerekmektedir.

3

Resim 3: Yesünke Taşı Moğolca en eski yazılı metin olan Yesünke Taşı (M.S. 1225), Cengiz Han’ın yeğeni Yesünke tarafından yaklaşık 550 metrelik bir menzil atışı anısına dikilmiştir.

Coğrafî faktörler, tarihin en eski devirlerinden itibaren insan topluluklarını ve bu toplulukların yaşam biçimini ve kültürünü değişik şekillerde etkilemiştir. Kültürün ve yaşam biçiminin şekillenmesinde etkili olan coğrafya, dinin ve dinî ritüelin de şekillenmesinde önemli rol oynar. Avrupa’nın doğusundan Çin’in kuzeyine kadar uzanan geniş Avrasya bozkırlarında hayvancılık yaparak göçebe yaşayan pek çok kavim aynı coğrafyada ortak bir kültür oluşturmuşlardır. Göçebe hayat tarzının ortaya koyduğu dinamikler inancı da şekillendirmiştir. Öyle ki kimi Türkologlar, adına günümüzde “Şamanizm” denilen bu inanç sistemine Şamanlık demişlerdir. Sebebi, sonuna –izm eki alan bir akım varsa yanında alternatifleri de olması gerekliliğidir. Halbuki bu coğrafyada doğan insan, yaşam biçiminin şekillendirdiği inancının içine doğar ve yanına koyabileceği başka alternatifi yoktur. İşte böyle bir inancın içinde yaşamın devamlılığı için elzem olan unsurlar, kültürde ve dinde kendine yer bulmuşlardır. Bozkır hayatının vazgeçilmez unsuru olan at, ok ve yay da kültürde ve dinî hayatta önemli yer tutar. Hayatının vazgeçilmezi ok ve yay olan, sığındığı ve yardım istediği aşkın güçlerin gökte ikamet ettiğine inanan, uçsuz bucaksız düzlüklerde çadırları sırtlarında göçebe yaşayan ve bu yaşam biçimi sebebiyle pratik hayat tarzını benimseyen bir topluluğun tanrılarıyla iletişim kurmak için büyük ve gösterişli binalar tesis etmek yerine bu iletişimi göğe yükselebilen elçiler (oklar) vasıtasıyla kurması belki de en doğru ve pratik yöntemdir.

Atış yetkinliğine ulaşabilmek için çocukluktan itibaren yapılan talimlerle birlikte, yapılması aylar hatta yıllar süren Asya bileşik yayının zahmetli imâlat süreci de düşünüldüğünde ok ve yaya mistik anlamlar yükleyerek kutsiyet atfedilmesi olağan olsa gerek. Animist inanca sahip bozkır halklarının seçilmiş din adamları kam/şamanlar, fiziki boyuttan metafiziğe geçerken yayın gücünden ve okun menzilinden faydalanmışlardır. Yay, Kam/Şaman davulundan önce Kam/Şaman aleti olarak kullanılmış, ok ise Kam/Şamanın metafizik seyahatini ve bu seyahatteki hızını temsil etmiştir. Kirişi takılmış (kurulmuş) ve kirişi yere dayanan bir yay Gökkubbeyi, kirişYer’i ve kirişe yerleştirilmiş ok ise Gök ve Yer’i bağlayan kozmik ekseni simgeler. Okun insan ruhlarını Yer ile Gök arasında taşıdığına inanılan kuşlarla özdeşleştirilmesi insanların yaşadığı Yer ile ruhların yaşadığı Gök arasında doğrudan iletişim sağlayan bu silah kombinasyonunu doğrudan kutsal objeler haline getirir. Kötü ruhların kovulması için gökyüzüne ok atılması, bozkır kavimlerinde görülen, yay ve okun bu şekilde tasavvur edilmesine dayanıyor gibi görünen bir dinî ritüeldir.

4

Resim 4: Daur Şamanına ait ekipman. Davul ile birlite yay ve ok da kullanılmaktadır. Davulun kullanımından önce şamanlar başlıca tören aracı olarak yay kullanırlardı. Şaman kelimesi Tunguzca kökenli olup Altay Türklerinde Kam olarak kullanılmaktadır. Şaman kelimesinin kökenine ilişkin pek çok görüş bulunsa da bunlardan biri de “okçu” anlamına geldiği yönündedir.

Bozkır kültüründe ok, soyut ve somut iletişim aracı olarak kullanılmıştır. İlk olarak Hun İmparatoru Mete Han tarafından kullanılan ve havada uçarken ıslık sesine benzer bir ses çıkararak savaş meydanında somut haberleşme aracı olarak kullanılan ok, fal ve kehanet aracı olarak da gelecekten ve bilinmeyenden de haber vererek bu işlevini soyut anlamda göstermektedir. Pratikte hedefini bulması gereken oktan dinsel anlamda gök ile kurulan iletişimde, en uzun süre gökyüzünde kalıp kötü ruhların en uzağa kovması beklenir.

Moğollarda hastayı iyileştirmek için göğe ok atıldığı Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevî’sinde yer almaktadır. Uygurlar yıldırım düşen yere giderek göğe ok atarlar. Altay kam âyininde hâne içerisinden kötü ruhları kovmak için yapılan âyinin sonunda kam, kötü ruhu kovma esnasında şunları söyler:
….
Atılmış oku çek!
Usta elçim onu al!
Altmış yıl geri gelme!
Yetmiş yıl uzakta kal!
Atılmış oku al!
Akıntılı sulardan daha çabuk
Onu buradan uzaklaştır!

Belki de menzil okçuluğunun ve Osmanlı döneminde okçuların pîri kabul edilen Sa’d Bin Ebi Vakkası’ın kıyamete kadar gökyüzünde uçacağına inanıldığı okun kökenini bu ritüelde aramak gerekir.

Göğe ok atılması riti birçok Asya göçebe toplumunda görülmektedir. Şaman/Kam, davulundaki ok sembolüyle göğe yükselerek Tanrılarla iletişim kurar. Bu sebeple okları da göğe ulaşabilecek yaratıklar dizisinde sınıflandırmamız gerekir. Ahşaptan yapıldıkları için ağaçta bulunan kozmik değerleri taşırlar. Uçlarına tüy takılmış haliyle, tüylerini taşıdığı kuşlara eşdeğerdir. Evrenin üst bölgelerine ağaç olarak ve kuş olarak girerler. İnsana ait oldukları için de onu kendileriyle birlikte evrenin üst bölgelerine sokarlar. M. Eliade, “yay ve oklar, kozmik uçuşun bir simgesi olmaları açısından Şaman/Kamın yükselirken kullandığı düzeneğin bir parçasıdırlar” diyerek bunu belirtmiştir. Kimlerim gökyüzüne ok atabileceği kesin olarak bilinmemekle birlikte ayrıcalıklı din adamlar Şaman/Kamlar ile Hunlar döneminde “Kartalın Okçuları” ismi verilen elit bir askerî sınıfın yetkileri arasında göğe ok atılmasının da sayılması sıradan birinin kutsal sayılan göğe ok atamayacağı fikrini güçlendirir. Bu da akla, Osmanlı döneminde hiyerarşinin tepesinde yer alan sınıfın menzil okçuluğuna verdiği değerin arkasında yatan arkaik düşüncenin bu olabileceği fikrini getirir.

Kimi Tarihçiler göğe ok atma geleneğinin göçerlere Çin’den geçtiğini söylemektedir. Ancak W.Eberhard, yerleşik Çin kültüründe görülen, göğe ok atmak da dahil olmak üzere ok ve yayla ilgili birçok ritüelin Çin’de yaklaşık 800 yıl (M.Ö.1050-256 arası) hüküm süren ve göçebe bozkır halklarından olan Chou (Çu)’lardan kalma olduğunu söylemektedir. Nitekim Çu Hanedanlığı döneminde yapılan törenlerde okçuluk büyük rol oynar. Bu törenlerde menzil okçuluğuna köken teşkil edebilecek bir ritüel yer almaktadır. Şarkı söylenerek yapılan ve adına Li-Shou (Tilki Kafası) denen törende uzak mesafelere ok atılır. Okun düştüğü mesafelerin, Li-pu (Tilki Adımı) adında bir ölçme aracıyla ölçüldüğü Çin kaynaklarında yazılmıştır. Asya’nın doğusunda durum böyleyken batısında Karadeniz’in kuzeyinde hüküm süren ve göçebe kültürünü temsil eden İskitler’e ait Olbia kitabesinde bir İskit Prensinin oku 500 metre mesafeye düşürdüğü bir atıştan söz edilmektedir. Yukarıda sözünü ettiğimiz, Yesünke’ye ait bir menzil atışı adına dikilen taş, uzağa ok atma geleneğinin göçebe bozkır kültüründe çok uzun süre varlığını sürdürmüş olduğunun kanıtıdır.

5

Resim 5: Tipik Şaman Davulu resmi. Şaman davulları üzerinde farklı semboller kullanılsa da resimde görülen kalın çizgilerle çizilmiş olan şekiller için ortak semboller diyebiliriz. Dairenin üst kısmını bölen geometrik yay gökyüzünü, altında kalan kısım yeryüzünü ve ortada bulunan yukarı yönlü ok ise yer ile gök arasındaki iletişimi sağlayan kozmik ekseni ifade eder. Ok yalnızca kozmik ekseni değil aynı zamanda şamanın yer ile gök arasındaki seyahatinde uçuşunu ve uçuş hızını da sembolize eder.

Kökeninin animist ritlerde bulabileceğimizi düşündüğümüz menzil okçuluğunun zamanla Türk kültüründe önce bir kuvvet ve beceri gösterisine daha sonra sportif bir yarışma formuna dönüştüğünü görüyoruz. Bunun altında, göçebe Türk kültüründe kişinin er sayılabilmesi için zamanı geldiğinde gücünü ve becerisini ispat etme adeti olarak tanımlayabileceğimiz erginlik ritüelini sayabiliriz. Okçuluk hem fiziksel kuvvet hem beceri gerektiren bir faaliyet olarak bu amaca hizmet eder gibi görünmekedir. Türk edebi kültürünün önemli parçası olan efsanelerde, kahramanların çekilmesi çok zor olan yaylarla uzaklara isabetle yaptıkları atıştan sıkça söz edilir. Alta y Türk destanı Karaatlı Han masalında kahramanın yedi dağdan avladığı tekenin boynuzlarını yan yana getirerek çok güçlü bir yay yaptığından bahsedilir. Başkurtların kurt sinirli yayı “Edrene” efsanevi biri yaydır. Yakut Türkleri’nin Er-Sogotoh destanında, Er-Sogotoh’un kemikten yapılmış yayını altı kişi çekemez. Elbette ki son derece güçlü olan bu yayların kapasitesini ancak o yayla atılan okun mesafesi ve hedef üzerindeki şiddeti gösterebilir. Kahramanlar bu yaylarla çok uzak mesafelere isabetli atışlar yaparlar.

6

Resim 6: Koreli kadın şaman. Yay ve okla fal bakarken.

Dede Korkut Hikayelerinde menzil okçuluğuna bir tür yarışma formatında rastlamaktayız. Bu hikayelerin kimilerinde ok yarıştırmaktan söz edilir. Fakat ok yarıştırmak her ne kadar menzil okçuluğunu çağrıştırsa da pek tabii hedef okçuluğunu da işaret edebilir. Ancak Kam Püre Oğlu Bamsı Beyrek hikayesinde, Bamsı Beyrek ile Banu Çiçek at ve ok yarıştırırlar. Bamsı Beyrek Banu Çiçeği bu yarışlarda yener. Bunun üzerine Banu Çiçek: “Bre yiğit benim atımı kimsenin geçtiği yok, Okumu da kimsenin geride bıraktığı yok, şimdi gel seninle güreş tutalım” demesi Türk kültüründe menzil okçuluğunun dinî kökeninden uzaklaşıp kişinin kuvvet ve teknik becerisinin ölçülebildiği bir gelenek haline dönüştüğünü düşündürebilir.

İslam öncesi Türk kültürünün bir kısmının İslam sonrası dönemde de bir takım senkretik değişimlerle yükselerek devam ettiğini görebiliriz. Bunda yeni bir dini kabul edenlerin önceki inanış ve geleneklerinde önemli saydığı adetleri terk etmek istememeleri etkili olabilir. Uzağa ok atışı Türkler’in İslâm’a geçişinden sonra da varlığını devam ettirmiştir. Belki de menzil okçuluğu gibi doğrudan gazâ ile ilgili olmayan bu geleneğin devam etmesi, atalarımız için çok önemli olan (Mezar taşı dikme, ölü arkasından belli zamanlarda toplanma v.b.) eski ritlerin İslâm dinine uyarlanması sonucudur. Nitekim Emel Esin ok ve yayın, Çinlilerin adını «Ch’ih-yo» şeklinde naklettiği, Çinin batısındaki. ve kuzeyindeki göçebelerin savaş tanrısı tarafından hediye edildiğine inanıldığını ve Altay Türklerinin Savaş Tanrısı’nı bu komşularından aldığını belirtmektedir. Benzer şekilde İslâm’a geçişle birlikte ok ve yayın Hz. Allah tarafından Hz. Adem’e (a.s) hediye edildiğini görüyoruz. Selçuklu, Memlûklu ve Osmanlı okçuluk risalelerinde (Kavsnâme) ok ve yayın Hz. Âdem’e cennetten indirildiği bahsi risalelerde sıkça yer almaktadır. Eski Türk inanışında sonsuzluğu sembolize eden taş, yazının başında bahsettiğimiz Osmanlı’da dikilen menzil taşlarını açıklar niteliktedir. Zira okçuluk risalelerinde, kıyamete kadar ayakta kalacak olan menzil taşlarının, üzerindeki yazıyı okuyanların rekor atışı yapan kemankeşe hayır duası etmesi için dikildiği yazılmaktadır.

İstanbul Okçular Tekkesi

Okçuluk, göçebe yaşadığımız dönemde hayatın temel taşlarından, çocuk yaştan itibaren öğrenilmesi gereken ve tabiri caizse genetik kodumuza işlemiş bir savaş pratiği iken ordularını ateşli silahların domine ettiği Osmanlı döneminde de bu alışkanlıktan vazgeçilmediğini ve fütüvvet ve onun alt kolu sayabileceğimiz ahîlik kaidelerine bağlı örgütlü bir meslek olarak tekkelerde varlığını sürdürdüğünü görüyoruz. İstanbul Okçular Tekkesi de Osmanlı Devleti’nin kurucu unsurlarından olan ahîlik teşkilatının yoluyla vücuda gelmiştir.

7
8

Resim 7-8: Eski Türk inanışında taş sonsuzluğu sembolize eder. Mezar mabetlerine dikilen sonsuzluk taşlarının (Bengü Taş) dünyanın sonsuz döngüsünde ruhun göğe yükselmesini sağladığına inanılır. Kötü ruhların yer altında, iyilerin ve kahramanların tanrı katı olan gökte ikamet ettiğine olan inanç, bu taşların ruhun sonsuz mutluluğa ulaşmasına yardımcı olduğu fikrini akla getirir.
Benzer biçimde 18. Yüzyıla ait bir okçuluk risalesinde müellif Kemankeş Mustafa, menzil taşları için, kıyamete kadar kalacak olan bu taşları gören ve kitabesini okuyanların rekor sahibi okçu için dua etmesi amacıyla dikildiğini söylemektedir.

Fütuvvet teşkilatı İslâm kaynaklı olsa da Anadolu’daki yansıması olan ahîlik nev’i şahsına münhasırdır. Horasan ve Mâverâünnehir’de Müslüman olan Türk boyları teşkilatlı olarak Anadolu’ya gelmişlerdir. Âşıkpaşazâde bu teşkilatları abdalân-ı rum, gâziyân-ı rum, bâciyân-ı rum ve ahîyân-ı rum olarak tasnif eder. Ancak bu teşkilatlar Türkler’in İslâm öncesi inanç ve geleneklerinin İslâm dini ile biçimlendirilmiş hali olarak görülmektedir. Eski Türk geleneğindeki Ata-baba, alp ve aksakallar Anadolu’da abdal, gâzi ve ahî olarak karşımıza çıkar.

Ahîlikte meslek kollarına manevi anlamlar yüklenmiş ve meslek kökenleri İslâm dininde önemli sayılan kişilere dayandırılarak bu şahıslar pîr kabul edilmiştir. fütuvvette/ahîlikte İslâm öncesi dönemin bâtıl sayılmış olması sebebiyle meslek pirlerinin İslâm öncesi dönem için peygamberlerden, İslâm sonrası dönem için ise sahabeden belirlenmiş olduğunu görüyoruz. Bu kaidelerin henüz olgunlaşmadığı 12. yüzyıl sonlarında Anadolu Selçuklu Emiri Tülû Bey (Öl. 1208) tarafından yazdırılan Hülasa Fi İlmi Remy isimli kitabında Hz. Sad Bin Ebi Vakkas’dan söz edilmezken daha geç dönem olan Osmanlı döneminde yazılan okçuluk risalelerinde okçuluk mesleğinin pîri olarak Hz. Sad Bin Ebi Vakkas karşımıza çıkar.
Tekke’ye müracaat edip okçuluk öğrenmek isteyen tâlipte aranılan özellikler ahîlik teşkilâtındaki özelliklerle aynıdır. Pîr tutma, yol kardeşi belirleme gibi gelenekler aynı isimlerle yine ahîlik gelenekleridir. Bir icazet merasimi olan “şed kuşanma” töreni “kabza alma töreni” ile benzerdir. Öte yandan tasavvufi özelliği de bulunan ahîlik teşkilatlarında yapılan dinî âyinlerde zikir çekilir ve genel itibariyle “Ya Hakk” zikri çekilir. Yüce Allah’ın Hakk isminin zikredilmesinin sebebi meslekî teşkilatlarda kimsenin hakkının yenmemesi veya alışverişte hakka riâyet edilmesi hususlarına dikkat çekilmesi içindir. Okçular Tekkesinde de atıştan önce söylenen “Yâ Hakk” nidâsının gazâ niyetinden çok bu sebeple olması muhtemeldir. Belki de sportif rekabet haline gelmiş okçuluk pratiğinde âdil ve centilmence bir rekâbete gönderme yapılmaktadır.

Sonuç

Avrasya bozkırlarında göçebe yaşayan diğer kavimler gibi Türkler de at, ok ve yay kombinasyonuyla büyük başarılar elde etmişlerdir. Yaşam mücadelesinde başat yardımcısı olan ok ve yaya salt silah gözüyle bakılmamış dinde, sanatta ve kültürde de önemli misyon yüklenmiştir. İslâm dini ve yerleşik hayata geçtikten sonra sosyal hayattan kültüre pek çok alanda radikal değişikliklerin meydana geldiği, fakat ok ve yaya yüklenen kültürel misyonun bir takım senkretik değişimle artarak devam ettiği söylenebilir. Bunda eski dinde/kültürde kült haline gelen uygulamaların kolay terk edilememesinin yanında İslâm dinindeki gaza kültürünün etkisiyle dönemin en etkili uzun menzilli silahına atfedilen kutsiyet de göz ardı edilemez. Konu menzil okçuluğu özelinde düşünüldüğünde gaza ile pek ilgisi olmayan bu faaliyetin Selçuklu, Memlûklu ve Osmanlılarda sportif disiplin olarak uygulanmasının kökeninde pagan döneme ait göğe ok atma ritüelinin olduğu kanaatine ulaşılabilir.

Son olarak, Türk tarihinin ve kültürünün oluşumunda çok önemli bir yere sahip olan ve bir “savaş sanatı” olarak niteleyebileceğimiz Türk Okçuluğu, dünya çapında büyük ilgi görmektedir ki bakıldığında da bu ilgiliyi hak edecek mahiyette olduğu aşikardır. Geleneğin mirasçısı olarak bizlere düşen Türk Okçuluk Geleneğini günlük siyasetten uzak tutarak bilimsel araştırmalarla ve objektif değerlendirmelerle destekleyerek sonraki nesillere en doğru şekilde aktarmaktır.

KAYNAKÇA :

– ACAR, M.Şinasi (2007). İstanbul’un Son Nişan Taşları, İstanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları
– DURMUŞ, İlhami (2008). İskitler (Sakalar), Ankara, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı
– EBERHARD, Wolfram (1942). Çin’in Şimal Komşuları, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları
– ERGİN, Muharrem (1989). Dede Korkut Kitabı 1, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları
– ESİN, Emel (1978). İslamiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslama Girirş, İstanbul, Edebiyat Fakültesi Matbaası
– HOPPAL, Mihaly (2012). Avrasya’da Şamanlar, Bülent Bayram, Hüseyin Şevket Çağatay Çapraz, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları

https://belleten.gov.tr/tam-metin-pdf/777/tur

– İRTEM, S.Kani (2005). II. Mahmud Devri ve Türk Kemankeşleri, İstanbul, Temel Yayınları
– KAHRAMAN, Atıf (1995). Osmanlı Devletinde Spor, Ankara, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları
– ÖNGEL, Hasan Basri (2001). “Gelişim Sürecinde Erken İç Asya Türk Okçuluğu”, G.Ü.Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 21, Sayı 2, s.189-215
– ÖZVERİ, Murat (2006). Okçuluk Hakkında Merak Ettiğiniz Her Şey, İstanbul, Umut Matbaacılık
– RADLOFF, Wilhelm (2008). Türklük ve Şamanlık, A.Temir, T.Andaç, N.UĞURLU, İstanbul, Örgün Yayınevi
– TORUN, Ali (1998). Türk Edebiyatında Türkçe Fütuvvet-nameler Üzerine Bir İnceleme, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları
– TURAN, Osman (1945). Eski Türklerde Okun Hukuki Bir Sembol Olarak Kullanılması, Ankara, Belleten, Cilt 9, Sayı 35, s.305-318
– VURAL, Hanefi ve AKSOY Yaşar Metin (2010). Kavsname, Tokat, Taşhan Kitap Yayınları
– YÜCEL, Ünsal (1999). Türk Okçuluğu, Ankara, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları