Bir Mühendislik Dehâsı: Osmanlı Kompozit Yayı




Bir Mühendislik Dehâsı: Osmanlı Kompozit Yayı

Yazan: S. Cem Dönmez

Süleyman Cem Dönmez 1966 doğumlu bir ziraat mühendisi. 1970’lerde son kemangerin (yay yapım ustası) ölümüyle tarihe karışmış olan Osmanlı yay yapım sanatını ülkemizde tekrar canlandıran kişi. Cumhuriyet döneminin ilk kemangeri olan Dönmez, bu kadîm sanatı konusunda dünyanın en yetkin isimlerinden olan Adam Karpowicz’den öğrendi, Türkçe ve Osmanlıca metinlerle bilgisini pekiştirdi ve çeşitli müzelerin koleksiyonlarında bulunan orijinal yaylar üzerinde ölçüm ve incelemeler yaptı. Türkiye’de Osmanlı yayı yapımını başlatan ve halen de en doğru yapan kişi. Daha önce, kompozit yay yapımında kullanılan balık tutkalıyla ilgili makalesi sitemizde yayımlanan Dönmez’in Osmanlı yayınını özellikleri ve yapımıyla ilgili makalelerinin ilki aşağıdadır. Beğeninize sunarız.


Osmanlı yayı ağaç, boynuz, sinir ve tutkalın birleşiminden oluşan kompozit yapılı, refleks gerilim prensibi ile çalışan bir silahtır. Bu silah orta Asya kökenli olup yüzyılların süzgecinden geçmiş ve son halini almıştır. Atalarımız bu silahı geliştirirken son derece seçici ve titiz çalışmış, kullanılan malzemelerin en iyilerini zaman içinde tespit etmiş ve ince bir ustalıkla harmanlamıştır. Ne yazık ki binlerce yıllık geleneğin unutulmasına sadece bir nesil yetmiştir, hâlbuki bu silah bizim kültürümüzün önemli bir parçası ve gerçek ata sporumuzun ana teçhizatıdır. Osmanlı yayı ateşli silahların baskısına rağmen silah olarak uzun yıllar kullanılmaya devam etmiş ve spor olarak ise önemini imparatorluğun son dönemine kadar kaybetmemiştir.

Yay belli bir enerjinin biriktirilmesi ve oka aktarılması prensipleriyle çalışır. Enerji birikimi oka aktarılırken aktarım hızı da son derece önemlidir. Aktarım hızında yayın büyüklüğü ön plana çıkar, kısa yaylar biriktirilen enerjiyi oka daha hızlı aktarır. Kompozit yayların içinde en kısa olanları ise Osmanlı yayıdır. Yay boyunun kısa olması, gücü de arttıran etmenlerdendir.

Prensip olarak, bükülmeye maruz kalan bir materyalin dış yüzü uzamaya, iç yüzü ise sıkışmaya çalışır. Basit ahşap yaylarda bu güçlere mukavemet, kullanılan ağacın özellikleriyle sınırlıdır. Osmanlı yayı gibi kompozit yaylarda, ahşabın sınırlı kabiliyetleri başka materyaller kullanılarak çok daha fazla geliştirilme imkânı bulunmuştur. Böylece kullanılan materyaller fiziksel kabiliyetlerinin sınırlarında iş yapabilme imkânını bulmuştur. Yayın dış yüzeyi yeteri kadar uzayamazsa ağacın kendi içindeki bağ kopacağından yay kırılır. Bu eksiklik yayın dış yüzeyinde çok daha esnek ve dayanıklı olan sinir (tendon) kullanılarak ikame edilmiştir. İç yüzeyde yani karında ise tam tersi güçler söz konusu olduğundan ahşap yaylarda bu kısım kompresyon (sıkışma) ile büzülür ve yay, çekildiği yönde deforme olur. Burada sıkışmaya ahşaptan daha dayanıklı olan boynuz ikame edilir. Boynuz sıkışmaya son derece dayanıklı, ancak gerilime o derece dayanıklı değildir. Boynuz ve sinirin arasında ise ahşap yer alır. Aradaki ahşap yayın iskeletini oluşturur ve boynuzla sinirin arasında kaldığından, sıkışma ve gerilme kuvvetlerine daha az muhatap olur. Yay kalınlığı arttıkça esneme çapı arttığından, sıkışma güçleri de artar. Osmanlı yayının enine kesiti düşünülecek olursak orta kısımda gerilim ve kompresyon kuvvetlerinin sıfırlandığı bir bölüm vardır, bu kesite ahşap denk getirilir. Boyuna kesitte ise, enteresan şekilde, yayın gerili halinde sinir ve boynuz ahşaba baskı yaptığından yay kendi kendine daha güçlü bir hal alır, yani gerilim yayın mukavemetini arttırır. Boynuz tahta ve sinirin birbirinden ayrılma tehlikesi yay gerilmeye başlarken çoğalırken, gerilme sonuna doğru azalır. Elbette bu durum iyi malzeme seçimi, iyi işçilik ve düzgün oranlama ile elde edilir. Atalarımız yay kesitlerini mükemmel şekilde hesap ederek, materyalleri yerinde ve yayın ihtiyaç duyduğu şekilde kullanmayı başardıklarından, Osmanlı yayının kalitesi dünya çapında haklı bir üne sahiptir.

Osmanlı yayı değişik bölümlere ayrılır ve yayın her bölümü ihtiyaca ve isteğe göre tasarlanmıştır. Bu yayda hiçbir şey tesadüfe bırakılmamış, fiziksel güçler hesap edilerek yay üstünde dâhice dağıtılmıştır. Elle tutulan bölüm “kabza” adını alır. Kabza ya akçaağaç ya kızılcık ya da bu ikisinin laminasyonundan yapılmıştır. Kabza, devamı olan ve “sal” denen bölüme tutkallanır. Kızılcık esasen son derece sert, ağır ve katı bir ağaçtır. Bu sebeple her yayda kullanılmaz, en iyisi akçaağaç ile birlikte belirli oranlarda kullanmaktır. Kabza el ayasına oturacak şekilde yapılır ancak zaman içinde form değişiklikleri göstermiştir. Elin kabzayı tutuş şekilleri son derece önemli olduğundan ve daha geç dönemde siper denen yardımcı gereçler kullanıldığından kabza ihtiyaca göre gittikçe küçülmüştür.

Osmanlı yayının esneyen bölümüne “sal” adı verilir. Sal yayda en çok çalışan bölüm olduğundan malzeme seçiminden işçiliğine yayın en önemli bölümü olduğu söylenebilir. Salda kullanılan en iyi ağaç sert akçaağaç türleridir. Bunu yanında bazı reçinesiz ağaçlar da kullanılabilir ancak akçaağaç tutkalı emdikçe esnekliği en çok artan ağaç türü olduğundan, bu iş için biçilmiş kaftandır. Porsuk ağacı reçineli bir ağaç olmasına rağmen Osmanlı yayında kullanılabilme gibi bir ayrıcalığa sahiptir, ancak bu ağaç yayın her bölümünde kullanılmaz. Akçaağacın ağır ve budaksız olması, damar genişliği ve damar yönü çok önemli olup, uygun ağacın seçilip kesilmesi ve saklanması deneyim gerektirir. Ağacı kitap gibi okuyabilmek, kesmeden “içini görebilmek” yıllar gerektiren bir süreçtir. Bunun yanında salda kesit iyi hesap edilmez, boynuz, ağaç ve sinir orantısız yapılırsa en sonunda yay muhakkak ya çarpılır ya da kırılır. Bazı kaynaklarda kızılcık ağacının (cornus mas) salda kullanılabildiği belirtilise de bu yanlıştır. Sal kalınlığı ve eni yay gücüne direkt etki eder ve en baştan hesap edilmesi gerekir. Zaten yay daha tezgâha konulmadan her şey yaklaşık olarak hesap edilmeli, ne tür ve ne kuvvette yay yapılacağına karar verilmelidir.

Osmanlı Yayının Bölümleri

Osmanlı yayında esneyen ve esnemeyen bölümler mevcuttur. Bu bölümlerin ölçüleri sabit değildir ve yayın cinsine göre değişiklik gösterir. Osmanlı yayının en önemli özelliği formu yani fizikî karakter özellikleridir. Bu form, yayın bölümlerinin yüzyıllar içinde ihtiyaca göre farklılaşmasıyla ortaya çıkmıştır. Bölümlerin hiçbirinde gereksiz, lüzumundan az ya da çok bir şey göremezsiniz. İşlevsellik ön plandadır. Osmanlı yayı refleks bir yaydır, yani kurulu değilken kolları atış yönüne doğru kıvrıktır.  Bu sayede yay kurulduğunda daha fazla enerji depolama kapasitesine ulaşır. Bu yay çalışırken, bazı bölümler bükülürek bazıları ise bükülen bölümlere baskı yaparak; menzil, kuvvet ve hıza etki eder. Yayın üstünde rijid (bükülmeyen), az bükülen ve çok bükülen bölümler vardır. Temel bölümler kabza, sal, kasan ve baştır.

Kabzadan kollara kabza boğazı ile geçilir ki tir geçimi yani okun atış sırasında yaya temas eden kısmı burada bulunur. Kabza boğazından sonra yayın esneyen kısmı olan sal gelir. Sal yayın en çok çalışan ve en fazla stres altında olan kısmıdır. Ölçüleri yayın cinsine göre çok büyük değişiklik gösterebilir. Saldan sonra kasan bölümü başlar. Kasan, yayda en az esneyen ya da esnemeyen bir bölümdür. Yatay kesiti üçgene benzer. Salın bitip kasanın başladığı noktaya kasan gözü ya da kasan boğazı denir. Kasanın bittiği yer kasan başı, en son bölüm ise yay başıdır.

Yayın Bölümlerinin Ayrıntıları

KABZA

Yayın el ile tutulan bölümüdür. Kavrama sırasında yayın dönmesini önleyecek şekilde yuvarlakça ve balık sırtına benzer bir yapısı vardır. Boynuz tarafı yassı veya düz değil, yuvarlak görünüşlüdür. Yarımay şeklindeki yuvarlak üst kısım parmaklara tam oturur ve ne bir fazlalık ne de eksiklik hissine neden olur. Fazla kısa olması parmaklara zorluk vereceğinden, elin boyutlarına ve  kavrama şekline uygun yapılır. Yayın gücünü vücuda aktaran bölüm olduğundan kuvvetli bir yapısı vardır ama gereğinden fazla kuvvetli de yapılmamıştır. Yayı kavramaya yarayan orta kısmının uzunluğu benim incelediğim yaylarda 9–13 cm arasında gelmektedir (Ünsal Yücel, “Türk Okçuluğu” adlı eserinin 261. sayfasında, bu bölümün uzunluğu için 9–14 cm değerlerini vermektedir).  Bu orta kısmın eni 2 -3,1 cm, kalınlığı 2,5–3,8 cm arasındadır. Kabza ölçüleri, yayın yapıldığı döneme göre de değişiklik göstermektedir. Buna ilaveten atış teknikleri ve siper kullanılması da kabza ebatlarını belirlemede önemlidir. Siper kullanıldığında kabzayı tutan el özel bir şekilde tutulmak zorunda olduğundan kabzaya muşamba sarma yöntemi geliştirilmiş, bu da kabza ebatlarının küçülmesine yol açmıştır.

Kabzanın iki ucu üçgen şeklinde sivrilir, buna “ayı kulağı” denir. Bunlar salda bulunan “V” şekilli oyuklara girecek şekildedir. Bunların uzunluğu 9–17 cm arasındadır. Uzunluğunun bu kadar farklı olmasının sebebinin yapışma yüzeyinin arttırılması olduğunu düşünüyorum. Ben 8–13 cm arası uzunlukta ayı kulakları kullandım ve kısa olmasının kötü bir yanını görmedim.  Kabzanın orta kısmın aksine, aslında yayın çalışan kısmı olan sal’ı oluşturan bu üçgen uzantılar esneyebilmelidir.  Yay kabzadan sonra esnemeye başlar. Esneme ayı kulaklarının başında çok az, sonunda daha fazladır.

Kabza tek parça ağaçtan yapılabildiği gibi değişik ağaçların birleştirilmesiyle de yapılmıştır. Bu şekilde yapılan kabzalara eskiler “usta işi kabza” demişlerdir. Kabzada akçaağaç ve kızılcık tek başlarına ya da beraber kullanılabilir. Puta ve tirkeş yaylarının kabzalarında kızılcık akçaağaçla beraber kullanılır, böylece kızılcığın sertlik ve dayanıklılığı akçanın esnekliği ile birleşir. “Usta işi kabza” dört parçadan yapılır. Boynuz tarafında en altta tek parça Akçaağaç bulunur, bunun üzerinde 3 parça kızılcık konur. Böylece boynuzun hemen üstünde bulunan akça esnemeyi kolaylaştırır. Zaten ileride görüleceği üzere, ayı kulaklarının en ucunda ağaç kalınlığı 5 mm yi pek geçmez. “Usta işi kabza”nın en alt kısmına akçaağaç konmasının sebebi bu olsa gerektir.

Tek parça kızılcıktan kabza yapmakta mümkündür, ancak geçmelerin ucunda kızılcığın kalınlığı az olmalıdır, yoksa yay buradan kırılacaktır. Menzil yayının kabza yapımında akçaağaçtan başka ağacın iyi olmadığı belirtilmektedir.

Kabzanın boynuz tarafında ve yayın tam ortasında 2-5mm uzunluğunda bir boşluk bırakılıp buraya fildişi veya sert bir kemikten “çelik” tabir edilen bir parça konur. Bu parça yumuşak kemikten yapılmamalıdır. Çeliğin mekanik anlamda rolünün ne olduğu tam olarak bilinmemekle beraber, Ünsal Yücel, W.F. Paterson ve R.P.Elmer gibi araştırmacılar, çeliğin atış sırasında sıkışan boynuzların birbirini sıkıştırmasını önlemek ve yayın boşaldığında oluşan sarsıntıyı gidermeye yaradığını belirtmektedir. Telhis-i Resâilü’r-Rumât’ta bu konuda bir yoruma rastlamadım. Benim fikrim yayın gerilmesi esnasında çeliğin bulunduğu yerde büyük bir sıkışmanın oluştuğu ve kemik ya da fildişine göre daha yumuşak yapıdaki boynuzun birbirini itmesi sonucu burada zamanla bozulmalar olabileceği yönündedir, hatta bu noktada boynuzlar tahtadan ayrılabilir. Kemik ya da fildişi gibi daha sert bir yüzeye baskı yapan boynuzların bu bölgede daha az zarar göreceğini düşünüyorum. Hepsinden ayrı olarak çeliğin estetik bir yönü de var, kabzaya eklendiğinde bu bölgeye bir hareket ve estetik katmaktadır. Ortasında çelik bulunan kabzalar, çelik konmayan yaylara göre çok daha güzel görünür.

Kabzanın tasavvufî bir yönü de vardır. Bu sebeple eski okçular kabzaya büyük önem atfederlerdi. İcazet verilirken (Büyük Kabza Alma töreni esnasında) kabza öpülürdü. Yayın üst kolu ulvîliği, alt kolu süflîliği temsil eder ve bu iki uç çelikte birleşir. Bu sembolizmde çelik vahdaniyeti temsil eder. Kutsallığından ötürü kemankeşler atıştan önce ve sonra kabzayı öperlerdi. Kabza almak 900 geze pişrev veya 800 geze azmayiş oku atarak üstaddan icazet almak ve defterli okçu olmak, yani kemankeş olmak demekti. Bu günümüz şartlarında lisanslı okçu olmaya benzer bir durumdur. Kabza alan kemankeşe üstadı kemankeşlik sırrını verirdi. Yücel, ustanın çiçeği burnunda kemankeşin kulağına fısıldadığı bu sırrın “Yayın kabzasına abdestsiz yapışmaya, onu nâehle, serkeşe ve çingeneye teslim ve talim etmeye ve eti yenmez kuşa ve sâir hayvana bilâ özür atmaya, gözü görmediği mahale atmaya, atışa Besmele ve Salât ü Selam ile başlana” olduğunu ileri sürmektedir.

Kabza boğazı, kabzanın  el ile tutulan kısmının bittiği sal kısmının başladığı, okun atış sırasında yaya değen bölümüdür. Buraya tir geçimi de denir. Tir geçimi, kabzanın en dar yeri ile salın başladığı noktada bulunur. İncelediğim yaylarda okun geçmesi gerektiği yeri gösteren herhangi bir ize rastlamadım, yanlız atıştan doğan aşınma izlerini görmek mümkün oldu. Bu izi genelde kabzanın her iki tarafında da gördüm. Buradan Osmanlı yayının alt-üst çevrilerek, iki yönlü de kullanıldığını anlamak hiç de zor olmadı. Sanırım çift yönlü kullanma yayın ömrünü uzatan bir etken. Her ne kadar atış esnasında üst kol daha fazla esnese de yayı sık sık çevirerek kullanmak bu mahsuru önlüyor.

SAL

Sal yay kollarının esneyen ve çalışan kısmıdır. Yaydaki en büyük stres bu bölümdedir.  Yayın en geniş ve ince yeridir. Sallar birbirleriyle simetrik yapılır. Her iki salın karşılıklı olarak aynı noktalarda eşit ölçülerde olması gerekir, böylece eşit bükülme ve balans sağlanır. Bu bölüm kullanılan malzeme veya işçilikteki kusurlardan en fazla etkilenen kısımdır. Boynuz, ağaç sinir ve tutkaldaki herhangi bir hata veya işçilikteki kusur hiçbir yerde yaya bu kadar zarar veremez.

Saldaki boynuz, sinir ve ağaç arasındaki oranlar ve sal uzunluğu yayın çekiş kuvvetini de değiştirir. Sinir kalınlığı genelde 2–3 mm aralığında değişirken, ağaç ve boynuzun kalınlık, uzunlukları ve birbirlerine oranları daha büyük farklılık göstermektedir. Boynuz ya ağaçla aynı kalınlıkta ya da ağaçtan iki kat kalın olabilmektedir. Nadiren boynuz tahtadan daha incedir. Salda yay gerili pozisyondayken gerilim ve kompresyon kuvvetlerinin sıfırlandığı bir bölüm vardır. Osmanlı yayının salının enine kesidine bakıldığında, bu bölüme ahşap denk getirildiği görülür, çünkü ahşap bu kuvvetlere daha az dayanıklıdır. Orta kısımda kalan ahşap iki yönden de, yani sinir ve boynuz tarafından, balıksırtı yapılır. Yay gerildiğinde, sinir döşeli yüzeyde (sırt) köşeler atış yönüne doğru uzamak isterler. Yay çapı (enine kesitin yüzeyi) arttıkça, esneyip uzayan en dış kısımdaki gerilim de artar, maksimuma ulaşır. Köşelerin dışarıya uzama eğilimleri sebebiyle, yayın kollarının kenarlarındaki gerilim orta kısma göre daha fazla olur. Kenarlardaki bu yüksek gerilim ağaç yerine daha esnek ve dayanıklı olan sinir tarafından karşılanır, yani bu kısımda ağacın yerini sinir alır. Ağacın balıksırtı şeklinde yapılmasının ve sinirin köşelerde kalın tutulmasının sebebi budur. Aynı şekilde ağacın boynuza bakan kısmı da balıksırtıdır. Çünkü yay sinir vurulduktan sonra başlar. Sinir döşenecek yayın uçları uc uca getirilir. Bunun sebebi “sinirin gücünü arttırmak ve sinirin atış sırasında ağaca baskısını arttırarak kırılmaya yol açmasını önlemektir”.

Burada önemli olan bir nokta da yay kollarında dönme (twist) ve stabilite problemini azaltmak için kompozit yapıdaki ağaç oranını korumaktır. Boynuz ve sinir ağaca göre fazla olursa, ağaç bu ikisini bir arada tutan ve stabiliteyi sağlayan iskelet materyali olması sebebiyle, yayın stabilitesi azalacaktır. Benim tavsiyem, salda boynuz ve tahtayı hemen hemen eşit kalınlıkta kullanmaktır. Boynuz kalınlığı ölçülürken, boynuzun yay kolunun ortasına denk gelen kısmındaki kalınlığı değil, içbükeylikten doğan kenar yükseklikleri de göz önüne alınmalıdır.

Boynuz, tahta ve sinirin ayrılma-kırılma tehlikesi yay gerilmeye başlarken çoğalır, ancak  gerilme sırasında azalır. Çünkü yay kollarının boyuna kesiti bu kuvvetlerin fonksiyon sırasında ideal şekilde dağılmasını sağlar. Kullanılan bu malzemelerin kalınlıkları ve oranları yayın cinsine göre de değişiklik gösterir. Uzun süre kurulu kalması gereken tirkeş yayları ile çok daha hassas olan menzil yaylarındaki malzeme kalınlıkları ve tutkal oranlarının aynı olmayacağı âşikârdır.

Sal üniform bir bükülme sergilemez. Yayın cinsine göre kimi yeri daha çok, kimi yeri daha az bükülecek şekilde yapılır. Yaptığınız yay tipine göre saldaki bu heterojen bükülme paternin sağlayabilirsanız, zaten iyi bir kemangersiniz demektir. Yayı kendi doğası içinde çalıştırmak başka şeydir, ona hükmederek çalıştırmak başka. Yayın kendi doğasını anlamakta, milimler konuşur.

Benim incelediğim yaylarla sal uzunlukları 21-27 cm., enleri ise 2,7- 3,4 cm. arasında gelmektedir. Kalınlık olarak yine farklılıklar bulunmaktadır. En ince salı, 0,75 cm. ile İzmir Etnoğrafya Müzesi’ndeki bir yayda gördüm. Kalınlık bazı yaylarda 1,4 cm.’e kadar çıkmaktadır. Kalınlığı 1,4cm.’in üzerine çıkan sallar biraz abartıdır. Salın ürettiği çekiş kuvvetine olan etkisi bakımından, kalınlık enden daha önemlidir. Salın, dolayısıyla yayın gücünü etkileyen önemli faktörlerden birisi de uzunluğudur: Ne kadar kısa olursa, bükülme açısı da artacağından kısa salın aynı endeki ve kalınlıktaki uzun sala göre daha kuvvetli olacağı aşikârdır. Saldaki bükülme, yalnız uzunluğuna değil, kabza-kasan arasındaki açıya da bağlıdır. Menzil yaylarında kabzadan sala geçiş, düz değil belli bir refleks açısıyla olur. Fazladan verilen bu refleks açısı, aynı ölçülerdeki düz bir sal kabza açısına göre daha fazla bir bükülme, dolayısıyla gerilim yaratır. Bu sebeple, menzil yaylarında işçiliğin daha iyi olması gereklidir. Bu açı, puta ve tirkeş yaylarının bazılarında da görülebilirken, menzil yaylarında standarttır.

Salda sinir döşemek oldukça titizlik gerektirir. Yayın cinsine göre sinir döşeme şekli de farklıdır, kimi yaylarda yuvarlak kimilerinde yassı ya da kenarlara fazla döşenir. Sinir döşeme yay yapımında anahtar konulardan biridir. Kasan gözünde stres çok fazladır. Kimi yaycılar bu kısmı enine sinir sararak güçlendirirler, ancak iyi bir yayda enine sinir bulunmaz. Bu, işçilik kalitesinin de bir göstergesidir.

Tahta bu bölümde tamamen kusursuz olmalıdır. Damarları çok iyi seçilmiş olmasının yanında, ufak dahi olsa budak bulunmaması gerekir. Fırınlanmış tahta tercih sebebi değildir.

Osmanlı yayında salın karın kısmı yekpare boynuzla döşenir. Eni daha geniş olan İran yaylarının karnına ise uzunlamasına şeritler şeklinde kesilen boynuzlar yapıştırılır. Bu, Osmanlıların kullanmadığı ve beğenmediği bir yöntemdir.

Kasan ile sal arasında  refleks açısının olmasının bir nedeni de salın ünifom şekilde bükülmesine yardımcı olmaktır. Bu açı olmazsa sal kabzaya doğru daha fazla bükülme eğiliminde olacaktır.

KASAN

Kasan, yay kolunun saldan sonra gelen kısmıdır. Sal-kasan açısı da da yay cinsine göre değişiklik gösterir. Menzil yaylarında yumuşak bir geçiş görülürken, puta ve tirkeş yaylarında bu refleks açısı menzil yayına göre daha fazladır. Tirkeş yayında ise puta yayına göre genelde daha keskindir. Atış pozisyonunda puta ve tirkeş yaylarında bu açı yumuşar. Bu yayların sallarının en fazla büküldüğü yer kasan gözüne birkaç santimetre kalan noktasıdır, çünkü bu nokta salların en ince olduğu yerdir. Bükülme, yay kolunun ince olan yerinde daha fazla olduğundan ve bu nokta kasana yakın olduğundan, atış pozisyonunda refleks açısı yayın yasılmış halindeki açıya göre çok daha fazla yumuşayacaktır. Menzil yayında ise en fazla bükülme, salın hemen hemen tam ortasında olur. Menzil yaylarında salının en ince olduğu yer, salın ortasından kasan gözüne (sal ile kasanın birleştiği nokta) kadar olan bölümdür.

Kasan yapısı itibarı ile esnemeyen ya da az esneyen bir bölümdür. Yay kollarının uçlarna doğru, üçgen kesitli bir kalınlaşmadır ve Osmanlı yayının en temel karakteristik özelliklerindendir. Sadece kasana bakarak yayın Osmanlı olup olmadığını ve ne tür bir yay olduğunu anlamak mümkündür. Görevi kolda esnemeyen-az esneyen bir bölüm oluşturarak, daha çok bükülmesini sağlayacak şekilde sala baskı yapmak, karşı direnç sağlamaktır. Bu karşı direnç, kasan ile sal arasındaki açıya bağlı olarak azalıp çoğalabilir. Asya tipi yaylarda bu ters direnci sağlamaya yarayan bu bölüme “siyah” denir. Osmanlı yayı çok daha kısa olduğundan, kasanın ayrı bir bölüm halinde yapılması gerekmiştir. Asya tipi yaylarda baş ve kasan bir bütün halindedir. Özetle, siyah kasan ile baştan oluşan, yay kollarının uç kısmıdır.

Kasanda esnemeyi önlemek için kalınlık arttırılırken eni azaltılmış, böylece enine kesiti üçgene benzeyen bir yapı elde edilmiştir. Bu üçgen kesit puta ve tirkeş yaylarında içe (yay kolunun uzun eksenine) doğru balıksırtı görünümündeyken, menzil yaylarında daha sivri, daha çok üçgenimsi bir görünümdedir. Şunu hemen dipnot olarak eklemeliyim: Osmanlı yayları seri üretilmediklerinden, her ustanın kendi tarzı ve yönteminden kaynaklanan farklılıkların olması kaçınılmazdır. Kimi yaylarda kasan gözü çok belirginken, kimilerinde saldan kasana yumuşak bir geçiş vardır. Kasan başından sonuna kadar sabit bir ölçüde yapılmamıştır. Sala yakınken enlice ve inceyken başa yaklaştıkça dar ve kalın bir hal alır.  Boynuz kasanı başa kadar kaplayabildiği gibi, kasanın ortasında da son bulabilir. Boynuzun etkinliği bu bölgede oldukça azdır ve kalınlığı kasan sonuna doğru iyice azalır. Boynuzun kasanın ancak yarısını kapladığı yaylar gördüm. Eğer kullanılacak boynuz kısa ise, kasan gözünden sonra kasanı 6–7 cm kaplaması yeterli olur. Ancak daha kısa olursa refleks sırasındaki gerilime dayanamayıp tahtadan ayrılabilir.

Kasanın uzunluğu yayın cinsine ve istenen çekiş kuvvetine göre farklı yapılır. Menzil yaylarının kasanı, puta ve tirkeş yaylarına nazaran daha uzun yapılır, çünkü kasan uzunluğu ile menzil arasında korelasyon vardır. Kasan uzunluğu 11- 19 cm. arasında değişimektedir. Kasandan yayın en uç kısmı olan  başa geçiş sırasında, çilenin kasana baskı yapıp eğrilmelere yol açmaması ve kaymaması çok önemlidir. Bunun için kasan sonu özel olarak tasarlanmıştır ve bu tasarım şekli de Osmanlı yayına has karakteristik bir yapıya sahiptir. Asya tipi yayların çoğunda bu geçiş yerinde çilenin kaymasını önlemek için “kiriş köprüsü” denilen ve içine çilenin oturtulduğu bir oluk ihtiva eden, boynuz veya fildişinden yapılan bir parça konmak zorunda kalınmıştır. Osmanlı yayında bu bölgedeki özel form sayesinde köprü kullanmak gerekmez. Kasanın kütlesi yay veriminde oldukça etkilidir,  kasan kütlesi arttıkça verim azalır.

BAŞ

Yayın en ucunda, kasandan sonraki bölümüdür. Kasandan başa bir açıyla geçilir. Bu açı, sal ile kasan arasındaki açının tersine, fazla değişiklik göstermez. Baş-kasan açısı bakımından puta, tirkeş ve menzil yayları arasında belirgin bir fark yoktur ancak yay kurulu değilken form özelliğine göre başın gövdeyle olan açısı değişir.

Kollarda kullanılan boynuz başa geçmez, en fazla kasan sonuna kadar gelebilir. Başın temel maddesi tahtadır, ancak istenirse boynuz başta değişik şekillerde kullanılabilir. Sinir, başın yarısına kadar olan bir yüzeyi kaplayabilir. Bunun sebebi kasandaki sinirin tutuş yüzeyini arttırmaktır.

Baş eğer istenirse aynı salın kabzaya eklendiği gibi kasana ayrı bir parça halinde de eklenebilir. Bu şekilde yapılan Osmanlı yayına pek sık rastlanmaz. Ayrı bir parçanın eklnmesiyle yapılan bu tür başın avantajı, yay kollarını bükerken kasan-baş arasındaki sert açıyı oluştururken karşılaşılan bükme zorluklarını bertaraf etmesidir. Bunun yanısıra, başta kollarda kullanılan ağaçtan daha sert bir ağaç kullanmayı mümkün kılar. Bu şekildeki yaylara “beş parçalı yay” denir. Beş parçalı yayda bükme zorluğundan kurtulmak mümkünken, eklemeye ihtiyaç duyulduğundan işçiliği daha zordur.

Osmanlı yayında baş uzunluğu 6,5–12 cm arasında değişmektedir. Başın fazla uzun olması stabilite ve burkulma (twisting) problemini arttırabilir. Baş uzunluğu toplam yay uzunluğunu da değiştirdiğinden yayın çekiş kuvvetini de etkilediği muhakkaktır. Kalınlık ise, yayda istenen çekiş kuvvetine bağlı olarak değişik ölçülerde yapılmıştır. Benim incelediğim yaylarda en fazla kalınlığı 1,9cm.,  en azını ise 1,6 cm olarak ölçtüm. Genelde baş, kolların doğal bir uzantısı olarak çeşitli yöntemlerle bükülerek yapılır. Bu tür yaylara “üç parçalı yaylar” denir. Sal-kaan açısını sağlayacak açıyı (uçbüküm) vermek üzere 2 cm.’e yakın kalınlıkta bir tahtayı bükmek gerekmektedir. İki ya da daha fazla ince laminayı büküp birbirine eklemek teknik olarak mümkünse de atalarımız bu yola başvurmamıştır. Tahminim, tek parça ağacın lamine yapılacak olana göre çok daha uzun ömürlü olacağıdır. Sadelik sağlamlığı, teferruat arızayı doğurur. Genelde çilenin başa geçirildiği tonç kertiği ya da gez denen kertikten en uca kadar olan 2,5 -3 cm.’lik bölüme eski ustalar kemik ya da fildişinden bir parça eklemişlerdir. Bu parça başı darbelerden korumak için yapılmış olsa gerektir. En uçtaki bu parça laminat şeklinde tahtaya eklenmiştir. Kemik ya da fildişiyle tahtanın tutkalı emme farkından dolayı olsa gerek, uzun süreli iyi bir yapışma sağlanamamıştır ve incelediğim yaylardan bu parça genellikle düşmüştür. Başın direncini arttırmak için başın enine ikiye kesilip araya boynuzdan bir parçanın konulduğu örnekler de vardır ancak azdır. Ben sadece bir adet gördüm. Bence bu iyi bir yöntem de sayılmaz, çünkü zamanla boynuzla tahtanın arasındaki bağın azalması kuvvetle muhtemeldir. Baş eni ise 1 cm ile 1,4 cm arasında değişmektedir.

Yay başları şekil bakımından farklı görünüşte olabilmekte, aynı zamanda yapıldığı devre işaret etmektedir. Morfolojik olarak kasan sonundan tonç kertiğine kadar olan bölümde herhangi büyük bir fark yoktur, farklılık daha ziyade tonç kertiğinden en uçtaki bölüme kadar olan yerdedir. Bu kısım şekillerine göre üç tipte incelenebilir:.

Bayezit Tipi: 16. yy başına ait yaylarda görünüp yassı ve büyüktür. Uçlar düz kesilip kenarlar yuvarlakçadır. Uçta kemik bulunmaz.

Klasik Tip: Tonç kertiğinin hemen üstünde oyuk tarafında genellikle lamine şekilde yapıştırılmış bir kemik parçası vardır. İncelediğim yayların çoğunda bu parça düşmüştü. Yandan bakılığında gez tarafının düz olduğu, arkasının ise uca doğru sivrildiği, önden bakıldığında ortasının kalın ucunun sivri olduğunu görülmektedir. Sırttan bakıldığında ise üçgen şeklindedir. Başın en kalın olduğu yer tonç kertiğinin bulunduğu yerin 1 cm. kadar altıdır.

Tonç kertiğinin içi ve hemen altı çatlamayı önlemek için genellikle sinirle sarılmıştır. Bazı örneklerde içi ve hemen kenarları zag denen deri parçasıyla kaplıdır. Bu deri tek parçadır ve kertiğin iki tarafını da örter, kenarları dörtgen şeklindedir. Tonç kertiğinin hem deri hem de sinirle kaplandığı örneklerde vardır.

Yuvarlak tip: En uç abartılı şekilde büyük ve yuvarlaktır, kemik bulunmaz.

Bu tiplerin haricinde uzun dikdörtgen şeklinde veya sedefle kaplanmış baş tipleri de görmüş olmakla beraber bunları dikkate almıyorum.