Menzil Okçuluğu




Menzil Okçuluğu

Osmanlı Okçuluğu, ok-yayın savaş alanlarından çekilmeye başladığı 17. yüzyıldan itibaren, daha sportif bir dal olan menzil okçuluğuna odaklanmıştır.  Menzil okçuluğu, ok ve yayın savaş alanlarının en önemli silahı olduğu dönemlerde de popüler olması, Osmanlı okçuluğunu sportif yönünü vurgulayan etmenlerdendir. Çünkü, bu işi için özel yapılmış yaylarla ve çok hafif oklarla yapılan menzil atışlarının savaş alanlarına yönelik bir yararı var gibi görünmemektedir.

Bir okun mümkün olan en uzun mesafeye fırlatılması temeline dayanan bu disiplin, okçuluk disiplinleri içinde en maharet gerektireni olarak kabul edilmektedir. Hem Türk hem Pers kaynakları, menzil çalışmalarının okçuluğun hedef disiplinlerinde ustalaşıldıktan sonra başlaması gerektiğini belirtmektedir.

Menzil atışları, Osmanlı okçuluğunun alâmet-i fârikasıdır. Atıcılar tekkesine gelen tâlibin aldığı eğitimin semeresi, ulaştığı menzildir. Hattâ icâzet almaya (bkz. Büyük Kabza Alma Töreni), “pişrev okuyla 900 gez ve azmayiş okuyla 800 gez” mesafeye ok düşürerek hak kazanır. Bu mesafeye ulaşan ve törenle Tekke Sicil Defteri’ne kaydolunan kemankeş artık “defterli” ya da “kabza sahibi” kemankeştir. Bundan sonra, kendi menzilini geliştirmeye çalışır.

Menzil koşuları

Osmanlılar her türlü sportif yarışmaya “koşu” derlerdi. Menzil koşusu oku daha uzağa atmaya dayanan bir yarışmaydı. Fakat bu yarışmalarda yarışmacılar kendi seviyelerindeki yarışmacılarla eşleştirilirlerdi. Ulaştıkları mesafe 900-1000 gez arasında olanlar “dokuzyüzcü”, 1000 gezi geçmiş olanlara “binci”, 1100 geze ulaşabilmiş olanlara “binyüzcü” denirdi. Kemankeşler, kendi seviyesinde olanlarla yarışırlardı. Bir de “ihtiyar koşusu” vardı ki, bu artık yaşı ilerlemişve formdan düşmüş kemankeşler kategorisiydi. Bu koşulara “salâ koşusu”, “aşağı koşu” ya da bu kategoride yalnızca azmayiş oku kullanılabildiğinden “azmayiş koşusu“ da denirdi.

Menziller, menzil açma

Okmeydanlarında, başlangıç ve atış doğrultuları birer taş ile belirlenmiş atış parkurları, yani menziller vardır. Bu menziller, Tekke yönetiminin izniyle, rüzgâr yönleri dikkate alınarak, kâbiliyeti bilinen kabza sahibi bir kemankeşe açtırılırdı. Atışın yapıldığı noktaya bir ayak taşı dikilir. Menzil açacak olan kemankeş, iki şahit huzurunda ayak taşına basar ve okunu atardı. Okçuluk popülaritesi azaldıkça, kabza almak için asgari şart olan 900 gez ile de menzil açtırıldıysa da, sporun altınçağını yaşadığı zamanlarda, menzil açabilmek için hatırısayılır bir mesafeye ok düşürmek gerekirdi. Okun düştüğü yere bir taş dikilir, buna menzilin “ana taşı” denirdi. Açılan bu menzilde ana taşı geçmeye çalışılır, daha uzağa atmayı başaran kemankeşler okun düştüğü yere kendi adlarna taş dikerlerdi. Herhangi bir menzilde mevcut en uzun atışın yerini belgeleyen taşa “baş taşı” denirdi. Bütün bu taşlar “menzil taşı” adını alırdı. Eğer atış bir padişah atıcı tarafından yapılmışsa, bu atışın âbidesine “nişan taşı” adı verilirdi.

Menzil rekoru kırmak yani mevcut baş taşını geçmek, ikisi ayak taşı yanında (ayak şahidi) ve ikisi okun düştüğü yerde (havacı) olmak üzere, en az dört şahidin şahitliğiyle tescil edilirdi. Aynı şart, kabza almak için ulaşılacak asgari mesafe için de aranmaktaydı. Dönemin ünlü kemankeşlerinin, tek bir menzilde baş taşını geçmek için yıllarca çalıştıkları, onları motive etmek için Saray’dan finansal destek sağlandığı, hattâ kendilerine üst düzey devlet memurluğu taahhüt edildiği bilinmektedir.

Herhangi bir menzilde atış yapılırken, okun menzil doğrultusundan sağa (şasta) veya sola (kabzaya) kaymasına “salkı yapmak” denirdi ve bu sapmanın sınırı kurallarla belirlenmişti. İlk zamanlarda 30 gez olan bu sınırlama, zamanla 40 geze çıkarılmıştır. Atış doğrultusunun iki tarafına dikilen bayraklarla, salkı yapmak için izin verilen azami uzaklık işaretlenir, bunun üzerinde salkı yapan atışlar, menzil baş taşını geçse de geçersiz sayılırdı.

Menzil okçuluğunun ve okçulua gönül vermiş kemankeşlerin anısı, tarihimizin diğer parçalarına da gösterdiğimiz saygısızlıktan nasibini almış, yüzlerde taştan ancak 30 kadarı mevcudiyetini koruyabilmiştir. Bu taşlar, sadece bir sporcunun başarısının belgeleri değil, birer sanat eseridir de. Çoğu kitâbeli olan taşlar, bir şair tarafında manzum olarak kaleme alınan ve atışı yapanın adını, atışın tarihini ve mesafesini belirten bir metin taşırlardı. Bu metin, bir hattat tarafından yazılır ve bir taş oymacısının hünerli kalemiyle taşa aktarılırdı. Kitâbe metninde genellikle ebced ile tarih düşürülür ve atışın tarihi böyle bir edebî sanatla kaydedilirdi.

Böylesine çok sayıda sanat türüyle taçlandırılan bu olağanüstü sporcu başarılarının böylesine yok olmaya terkedilmesi, insanda ister istemez “yahu, o zaman biz kimlerin torunuyuz?” düşüncesini uyandırmıyor mu? İnsanda, böyle bir ülkede iyi işler yapma konusundaki heves ve motivasyonu öldürmüyor mu?

İşin ilginç tarafı, Osmanlı kemankeşleri tarafından kırılan rekorların bazıları, bugün aynı ekipman kullanılarak yapılan menzil yarışmalarında geçilememiştir. Böylesine efsânevî performanslarıyla tarihimizin parıldayan parçaları olan ecdâdın unutulmaması için elinden geleni yapmak, her Türk aydının vicdâni sorumluluğudur.

Bazı menzil rekorları

Tozkoparan İskender 1281 gez (845,79 m)
Mîr-i Alem Ahmed Ağa 1271,5 gez (839,18 m)
Bursalı Şûca 1243,5 gez (820,71 m)
Tozkoparan İskender 1279 gez (844,14 m)
Parpol Hüseyin Efendi 1207 gez (796,62 m)
Çullu Ferruh 1223 gez (807,18 m)
Lenduha Cafer 1209,5 gez (798,27 m)
Sultan II. Mahmud 1228 gez (810,48 m), 1225 gez (808,5 m), 1219 gez (804,54 m)