Ekim 2019 Yunanistan Leptokaryes Uluslararası 3 Boyutlu Okçuluk Buluşması İzlenimleri / International 3D Archery Meeting Leptokaryes 2019




Kısa Özgeçmiş

Bekir Celal Asan 1968 yılında İstanbul Kadıköy’de doğdu. Haydarpaşa Endüstri Meslek Lisesi Elektronik Bölümü’nden mezun olduktan sonra otuz yıl elektronik üretim sektöründe yönetici olarak görev yapıp emekli olmuştur. Yirmi yıldır ilgilendiği dağcılık sporu yanında şehir ve dağ arama kurtarma gönüllüsü olarak AKUT Vakfı’nda gönüllü olarak görev yapmaktadır. Zirve Dağcılık İstanbul Şubesi kurucu yönetim kurul üyesidir. 3000 metre üzeri bir çok Türkiye zirve tırmanışı dışında Everest Base Kamp (Nepal), Uşba Base Kamp (Gürcistan), Demavent ve Sabalan (İran) gibi uluslararası etkinlikleri de bulunmaktadır. Halen turizm işletmeciliği yapmakta olup, evli ve bir kız çocuk babasıdır. 2018 Kasım ayından beri Tirendaz Okçuluk grubunda faaliyetlerine devam etmektedir.

Ekim 2019 Yunanistan Leptokaryes Uluslararası 3 Boyutlu Okçuluk Buluşması İzlenimleri / International 3D Archery Meeting Leptokaryes 2019

Aslında hep gönlümün bir köşesinde atıl bekleyen ve bir türlü pratiğe geçme şansı yakalayamadığım Geleneksel Türk Okçuluğu maceram Akut’dan değerli arkadaşım Mübin Kaan Vural’ın teşvikleri ile başladı. You Tube videolarından takip ettiğim mümtaz insan Dr. Murat Özveri hocamız ve nevi şahsına münhasır birçok insan barındıran Tirendaz Okçuluk grubu ile temel eğitimlere 2018 Kasım ayı itibari ile başladım. Gruba dahil olmam ile kendimi aynı kafada birçok insan ile çok hoş bir ortam içerisinde buldum.

Fiziki idman ve metodik çalışma sistematiği içeren müfredat, Murat Hoca tarafından Osmanlı Okçuluk literatürüne uygun olarak oluşturulmuş. Osmanlıda çok uzun bir süreç alan Kemankeş yetiştirme süreci, günümüz fanileri için makul kompakt bir zaman dilimine uygulanmış. Eğitimde, mevcut müfredattan asla taviz vermeksizin ancak sözlü ve pratik uygulama içeren sınavlar ile bir üst seviyeye geçilebiliyor. Murat Hoca’nın eğitmen asistanları adam adama markaj ile sırtımızda boza pişiriyorlar. Tüm geleneksel duruş, tutuş, atış, ferke, hatra, çapa vs. ne varsa yüzde yüz doğru yapılana kadar defalarca tekrarlatılıyor.
İdmanlar yorucu ve keyifli geçiyor, hele birde küçük yarışmalar olunca değmeyin keyfimize.

İdman sonrası ise mutlaka bir restoran veya kafede yemek yenip muhabbet ediliyor. Muhabbet dediysek konu futbol değil elbette, zaten buraya gelen katılımcıların pek de futboldan anladıkları söylenemez.

Muhabbetlerde, genelde organik yay tarihi ve günümüzdeki replikaların morfolojisi irdeleniyor. Savaş tarihi ve kullanılan yay-ok balistik özellikleri gibi teknik konular da var elbette.

Neyse fazlaca lafı uzatmadan konuya gelelim; bu yaz beni ziyaret eden Murat ve Harun Hocalardan Ekim ayında Yunanistan’da yapılacak bir 3 boyutlu Okçuluk Yarışması olduğunu öğrendim. “Ben de iştirak edebilir miyim Hocam?” diye sorunca Murat Hoca “Çok iyi olur” dedi, ben de acayip havaya girdim. Gerçi işim nedeni ile son üç aydır sadece birkaç kez idman yapabilmiştim ama ne gam, biraz çaba ile kısa sürede açığı kapatabilirim diye düşündüm. Ancak Tirendaz’ı uluslararası bir yarışmada temsil etmek kolay da bir iş değildi şüphesiz, benden çok daha deneyimli sporcuların olduğunu bildiğimden strese girmedim desem yalan olur.

Şahsen ben ilk kez bir Avrupa ülkesine vize başvurusunda bulunacaktım, detaya girersem konu çok uzar. Sevgili Kerem Ağacıkoğlu tüm vize sürecini planladı ve yönetti. Son dakika ekibe kardeş kulüp Çekmergen’den Funda İvgin ve kıdemli okçumuz İrem Deniz’in de eklenmesi ile kadro netleşti. Toplamda ben, Harun Deniz ve Kerem Nalcı ile birlikte beş sporcu olmuştuk.
WhatsApp ortamında aramızda istişare edip, son ekipmanları yüklenip, perşembe akşamı saat 20:00’de Yenikapı Metro İstasyonu’nda ekip olarak buluştuk. İzmir’den gelen Funda ile ilk kez burada tanışma fırsatım oldu.

Marmaray’ı kullanılarak Esenler Otogarına en yakın durakta indik ve otobüsümüz saat 22:05‘de hareket etti. Son derece rahatsız ve dar bir ortamda yarı ayık yarı baygın kazasız belasız İpsala Gümrük Kapısı’na vardık. Tüm yolculuk boyunca saçmalamaya devam eden bir bayan yolcu yüzünden az kaldı tam teşekküllü denetime tabii olacaktık. Neyse bunu da atlattık ve on saat sonunda Selanik kentine varmayı başardık. Bir servis ile Selanik merkeze ulaştık. Bizi Yunanistan ve Selanik hakkında detaylıca bilgilendiren bir yolcunun zamanda rehber olması ise günün bonusu oldu.

Aristotelous Meydanında yaptığımız kahvaltı ve kahve tüketimi sonrası navigasyon marifeti ile Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu eve yürüyerek ulaştık.

Bir hafta öncesinde, Barış Pınarı Harekâtı nedeni ile fanatik Yunan milliyetçileri tarafından bir protesto eylemine sahne olan Ata’mızın evi kapalıydı.

Megafon ile konsolosluk görevlilerinden rica ettik ve bizi içeri buyur ettiler. Ev çok iyi korunmuş ve TİKKA tarafından tadil edilmiş durumda. Gazi Paşamızın adımladığı basamaklardan çıkmak bile duygu dolu anlar yaşamamıza neden oldu.
Kısaca Selanik’ten bahsedecek olursak nezih bir şehir diyebilirim. Şehir bire bir İzmir Konak ve Kordon Boyu. Rahmetli Ata’m da bu yüzden, vatanına benzediği için İzmir’i çok severmiş.

Saat 15:00’de, tüm organizasyonun güler yüzlü sempatik ikilisinden sevgili Elleni ile telefon görüşmesi sağlayıp 15:00 gibi sahildeki Beyaz Kule önünde buluştuk. Otobüs ile bizi alıp havaalanına götürdüler, orada diğer katılımcıları bir süre bekledik ve nihayet Florina’ya doğru azap veren yolculuğa başladık.

Selanik ile Florina arası, otobüs ile yaklaşık iki buçuk saat sürdü. Aynı gün içinde on saat otobüs yolculuğu yaptığımız için bu durum bize zül geldi.

Otobüs nihayet sevimli ve yeşil Florina’ya vardı ve King Alexander otele yerleştik. Gün boyu sadece adam gibi bir kahvaltı yaptığımız için midemiz isyan bayrağını çekmişti. Hemen salonda yer alan restorana inip masa başına çöreklendik. Önümüze konan yemek ilginçti; Florina’nın meşhur kırmızı biberinden yapılmış dolma yemeği. Evet, biraz hayal kırıklığı yaşamadık değil ama Yunanistan’da akşam yemekleri oldukça hafif geçiştirilirmiş.

Otel bir tepe üzerine konumlandırılmış, geniş bir bahçesi ve harika orman manzarasına olan, temiz ve konforlu bir işletmeydi. Belli ki organizatörlerimiz bizi rahat ettirmek için ellerinden gelenin fazlasını yapmışlardı. Otobüs yolculuğunun verdiği kas tutulmaları ve yorgunluğa daha fazla direnemeyip hepimiz erkenden yattık.

Evet, büyük gün geldi çattı. Türk erkek ekibi olarak sabah 08:00’de kalkacak servise yetişmekte hayli zorlandık, kahvaltı dahi yapmadan apar topar merdivenleri inip servise bindik. Yaklaşık yirmi dakikada yarışma alanına ulaştık. Burada büyükçe, tek katlı bir binada aperatif bir şeyler atıştırıp, çay içerek açığı kapattık. Aç biilaç yarışsaydık yanmıştık.
Biraz ısınmak, birazda pratik yapmak üzere boş bir tarlaya kurulmuş farklı uzaklıktaki hedeflere atış yaptık.
Daha sonra organizatörler brifing verip yarışma kurallarını İngilizce olarak katılımcılara aktardılar.

Kısaca yarışmadan bahsedecek olursam; yarışma alanına toplam yirmi dört istasyon yerleştirilmişti. Her yarışmacı sıralama değişerek iki ok atma hakkına sahip olacaktı. 3 Boyutlu hedefler figürün boyutuna göre farklı uzaklıklara konumlandırılanmış olacaktı. Ekipten bir kişi skorları elindeki forma kayıt edecek ve toplamını katılımcılara imzalatıp teslim edecekti.
Yarışmada zaman sınırı yoktu, kim ne zaman son hedefe atışı bitirse o zaman merkeze dönebilecekti. Saat 12.00 sonra isteyen ekip çay, kahve ve atıştırmak için merkeze ulaşabilirdi.

Brifing sonrası start verildi; benim içinde bulunduğum ekipte Lazaros Tassis, George Floruse isimli iki Yunan sporcu ve matrak insan Alman Eric Lindemann yer alıyordu. Zabıt tutma işini Eric’e kilitleyip parkura ilk adımı attık. Tüm ekipler ellerinde yer alan 24 istasyondan ilkini bulup, ilk oklarını gezlemeleri epey vakit aldı, zira bizi epeyce dik bir rampa bekliyordu. Nefes nefese hedefe ulaştık. Eric ilk atacakların sıralamasını kafasına göre belirledi, ben ikinci kişi olarak atış yaptım. İlk hedefim 3 boyutlu bir sansardı ve sonuç karavana oldu. İkinci oku yolladım, sıyırıp geçti ve o da karavana. Allah’tan grupta atılan sekiz oktan sadece ikisi isabet etmişti ve tek avuntum bu oldu, moralim haliyle biraz bozuldu. Atışlar sonrası okları toplamaya gittik ama ben bir okumu bir türlü bulamadım. Eric haklı olarak “Haydi Celal, daha sonra buluruz!” diyerek beni uyardı. Ben de “hay bin kunduz!” diyerek hedefi terk ettim.

İkinci hedef boyut olarak daha iriyidi ama buna orantılı olarak daha uzağa yerleştirilmişti. Bu kez ben, son kişi olarak oklarımı gezledim ve her iki okum da isabet kaydetti, moralim de anında yerine geldi, yüzüm gülmeye başladı.
Hedefler üzerinde ölümcül alan olarak belirlenmiş bölge, iç içe geçmiş üç dairden oluşuyordu. En içteki dairenin değeri 11 puan, ikinci daire 10 puan, dış daire ise 8 puandı. 3 Boyutlu hedefin bu daireler dışında kalan alanına yapılan tüm isabetli atışlar ise beş puan ile kıymet buluyordu. 3 Boyutlu hedefler, kaplumbağa, gelincik, tilki, yaban domuzu, yaban horozu, yaban hindisi, kunduz, yaban keçisi, kurt gibi hayvanların orijinal boyutlarına sadık kalınmış figürlerdi. Bu hedeflerin kimisi düz zemine, kimisi bir vadi yarığına ya da bir rampanın üzerinde yani farklı pozisyonlarda konumlandırılmıştı. Bazen iki ağaç arasından bile atış yapmanız gerektiği oldu. Sadece üç beş hedefin arkasında ok tutucu perde bulunduğundan oku kaybetmemek için usturuplu atış yapmak şarttı.

Listede sıralanmış istasyonları bir bir geçmeye başladık, her isabetli atış sonrası “Good Shot!” diyerek birbirimizi kutluyor ve motivasyon sağlıyorduk. Yunanlı yarışmacılar oldukça sessiz davranırken Eric ortalığı esprileri ile kırıp geçiriyor, rutin atışları çok renkli bir hale getiriyordu. Sanırım on kadar istasyon geçtik, saat 12.00’a gelince zil çalan karnımızın sesini dinleyip merkeze döndük. Bir şeyler atıştırıp bolca sıvı tüketerek karbonhidrat ve mineral açığımızı dengeledik. Arada Eric ile İstanbul ve Türkiye üzerine lafladık. Sanırım saat 13.00 gibi ekip olarak parkura geri döndük, kendime göre iyi isabetler kaydetmiş olmanın verdiği kendine güven beni biraz rahatlatmıştı ancak ne yazık ki ikinci seansta aynı performansı gösteremedim.

Eric baştan itibaren, istikrarlı olarak isabetli atışları yaptı, Lazaros Tassis ilk yarı benim altımda bir skor almasına rağmen ikinci turda benden daha iyi konsantre olup beni geçti, George Floruse ise sanırım çok düşük libreli bir yay kullandığı için epeyce zorluk çekti ve maalesef yarışmayı sonuncu olarak bitirdi. Son istasyonda bulunan 3 boyutlu hedef epey küçük olmasına rağmen boyuna orantısız olarak uzak bir mesafeye yerleştirilmişti ve düz zeminde, yere paralel pozisyonda duruyordu. Yaptığımız 8 atışta, 3 isabet kaydettik, 2’si benim okumdu.

Tüm hedefler bitince okumu kaybettiğim 14 nolu istasyona geri döndük ve dört kişilik ekip olarak dakikalarca aramamıza rağmen okumu bulamadık. Ancak ben bir başka katılımcının okunu bulup tirkeşime koydum. Yunanlı yarışmacı Lazaros merkezde bana kendi oklarından birini hediye etti. Bu güzel jest karşısında çok duygulandım. Tesadüf odur ki benim bulduğum ok da Talimhane ekibinden bir arkadaşın çıktı ve ben de okunu ona teslim ettim.

İzlenmilerime gelince; ilk kez bir okçuluk yarışmasına iştirak ettim, bir de uluslararası bir yarışma olunca heyecanım katmerlendi. İlk atışlarda oldukça bocaladım ama hedefi vurmaya başlayınca rahatladım. Aslında daha iyi bir puan alabilirdim, özellikle küçük ama yakın hedef olan ve yan yana duran gelincikleri nasıl ıskaladım, halen şaşkınım! İlk hedefim katılımcılar arasında sonuncu olmamaktı, ikinci hedefim ise en az birkaç kişinin üzerinde yer almaktı ve her iki hedefimi de tutturmayı başardım. 31 sporcu olan erkekler kategorisinde, 113 puan alarak 6 katılımcıyı geçip 25. Oldum. Ayrıca harika bir yarış deneyimi kazandığıma inanıyorum.

Ekibimizden İrem Deniz Geleneksel Okçuluk Bayanlar kategorisinde üçüncü olarak kürsüye çıktı. Bizim ile birlikte yarışmaya iştirak eden Talimhane ekibinden Ramazan Şimşek Geleneksel Okçuluk Erkekler kategorisinde birinciliği, Adnan Mehel ise üçüncülüğü elde ettiler. Kendilerini bu muazzam başarılarından dolayı kutluyorum. Bir Türk Sporcusu olarak bizler de çok onur duyduk.

Tüm yarışmacılar geri döndüğünde harika bir tavuklu sandviç ikramı ile midemizi şenlendirdik, sonra ödül töreni ve kapanış konuşması Sevgili Spyros birader tarafından yapıldı.

İşin özü spor, arkadaşlık, halkların kardeşliği ve barış!

Bu harika organizasyonu üstlenen başta Spyros ve Elleni çiftine ve dahi tüm organizasyon ekibine teşekkürlerimi sunarım. Ellerine, yüreklerine sağlık! Eksiksiz ve özenli bir çalışma yapmışlar. Parkur hazırlamak gerçekten de meşakkatli ve yorucu bir iş.

Otele döndükten sonra organizasyon ekibinin düzenlediği akşam yemeğini beklerken lobide Kerem ile kahvelerimizi yudumluyorduk. Yanımıza bir bey geldi ve İngilizce olarak “Eşim Türkçe biliyor” diyerek bizi masalarına davet etti, biz de bu nazik davete icabet ettik. Temel düzeyde Türkçe bilen Vuli Hanım’ı sıcak karşılamasından sonra sanırım iki saate yakın hem Türkçe hem İngilizce muhabbettin belini kırdık. Florina’da yaşayan, çok sıcakkanlı bir çift olan Paul Bey ve Vuli Hanım bize bolca bira ısmarladılar. Yemek için müsaade isteyip yanlarından ayrılırken daha Paul’ün sürprizinden haberimiz yoktu.
Evet yarışma bitti ve şimdi eğlence zamanı gelmişti, akşam hep birlikte Florina merkezde bir tavernada güzel bir yemek yedik. Yunan rakısı Uzo ile demlendik. Harun Hoca ve İrem’in Türk sanat müziği namelerine eşlik ettik, yani değmeyin keyfimize!
Yattık kalktık ve önümüzde koca bir gün bizi bekler, son günümüz olan Pazar günü otobüsümüz Selanik’ten gece 22.00’de kalkacağı için bolca vaktimiz var. Kahvaltı sonrası Florina’ya inmeye karar verdik, hem gezeriz hem de dönüş için tren bileti alırız diye düşündük.

Tren istasyonunu yine navigasyon ile bulalım dedik ancak navigasyonda gösterilen noktada istasyon yoktu, ilginçtir bir paralel sokakta yer alıyormuş. Lakin istasyon kapalıydı, bir şeyler yiyelim diye merkeze döndüğümüzde karşılatığımız Alman ekip “Gelin beraber yiyelim” dediler ve deniz mahsulleri yapan bir restorana oturduk. Bolca muhabbet edip harika bir yemek yedik. Bir ara baktık Bay Paul gelmiş, bizi bulmuş ve illa “Size bira ısmarlayayım” diyerek bara yönelmiş. Eşi sevgili Vuli ise bizi otelde bekliyormuş. Alman dostlarımız ile vedalaşıp otele döndük. Paul ve Vuli yemekte idiler, yanlarına oturduk. Paul masaya envai çeşit Yunan tatlısı getirtti, “Yapma, etme Paul, tokuz” dedik ama dinletemedik. Eh yemesek ayıp olur diyerek tatlıları da bir güzel mideye indirdik. Ayrılma zamanı yaklaşınca bu harikulade misafirperver iki güzel insan ile vedalaştık.

Tren istasyonuna ulaşmak işin Eleni’nin erkek kardeşi bir araç ile geldi ve bu harika organizasyonun son şık hamlesini de yaptı. Yaklaşık 3 saat süren nefis yeşil doğa manzaralı çuf çuf ile yolculuk ettik, meğer tren yolculuğunu ne kadar da özlemişiz…

Akşam karanlığında Selanik tren istasyonuna ulaştık. Yine navigasyon kullanarak çantaları bırakalım diye otobüs yazıhanesine yürüdük ama yazıhane kapalıydı ve diğer yazıhaneler de 45 dakika yürüme mesafesindeydi. Bir yere bırakamadığımız, görece çok yükümüzü çaresizce sırtlanıp Aristotelous Meydanına yürüme kararı aldık. Harun Hoca ve ben önde, İrem, Funda ve Kerem peşimizde sahile doğru yönlendik. Bir kilometre kadar yürüdükten sonra arkadan hanımlar sızlanmaya başlayınca, sahile en yakın balık restoranına kapağı attık. Çok uygun fiyata nefis deniz mahsulleri yedik ve vakitlice taksi ile otobüs kalkış noktasına ulaştık. Yunan saati ile saat 22:00’de otobüs hareket etti ve geri dönüş yolculuğu başladı .
Evet, Sezen Aksu’nun şarkısında da söylediği gibi “Kalbim Ege’de” kaldı.

Başta Murat Özveri Hocamız ve değerli ekip arkadaşlarım Harun Deniz, İrem Deniz, Kerem Nalcı ve Funda İvgin’e sonsuz teşekkürler…

Tüm Yunanistan seferini planlayan, bizleri organize eden ve yönlendiren lakin aramızda olamayan Sevgili Kerem Ağacıkoğlu’na da teşekkürler…

Bu kadar yazıyı zahmet edip, sabır gösterip okuduysanız sizlere de teşekkürler…

Bir Tirendaz mensubu olmak bana mutluluk veriyor.

Ekim 2019 Yunanistan Leptokaryes Uluslararası 3 Boyutlu Okçuluk Buluşması İzlenimleri / International 3D Archery Meeting Leptokaryes 2019